Müseyleme-i Kezzab (?-633)

Kizbin (yalanın) maskara ettiği ve alay konusu olmasına sebep olduğu yalancı peygamber. Peygamber Efendimizi taklit edip mucize göstermeye çalıştı. Kezzab (rahat yalan söyleyen, en yalancı) unvanıyla meşhur oldu. Edip olmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’e nazire getirmeye kalkışınca maskara oldu. Yandaş toplamak için namaz vakitlerini üçe indirdi.

 Hz. Muhammed (asm) sıdkın ve doğruluğun sembolü olurken, o da yalanın sembol ismi oldu. Adeta daha ilk asırlardan itibaren Kur’an’la mücadele edilemeyeceğinin ibret verici bir numunesi oldu.

Müseylime, Yemame’de ortaya çıktı. Bu yörede yaşayan Beni Hanife kabilesine mensuptu. Künyesi Ebu Sumame şeklindedir. Bir kısım insanlarla birlikte Medine’ye giderek sözde Müslüman oldu. Böylece Müslüman kimliği ile insanları daha rahat etkileyebileceğini ve amacına ulaşabileceğini planladı. Peygamberliğini ilandan çok daha önce faaliyetlerine başladı. Gerek edebi kişiliği, gerekse göz boyama ve sihirbazlığının etkisiyle önemli ölçüde taraftar topladı.

Müseylime, henüz yeni Müslüman olmuş ve daha önceki inançlarından tamamen sıyrılamamış insanları etkilemek için Hıristiyanlık inançlarından istifade etti. İncil’de ifade edilen “o semavi devletten ve gökten yere inecek olan kimse” ibarelerinden hareketle peygamberlik iddiasına zemin hazırladı. İnsanları etkilemek ve taraftar bulmak için çeşitli yollara başvurdu. Erkek evlat sahibi olunduktan sonraki sürede evlilik münasebetini yasakladı. (Fr. Buhl; “Müseylime”, MEB. İA., 8. C., s. 821)

Müseylime, Müslüman gibi görünüp her hareketiyle Peygamber Efendimizi taklit etti. Kendisine her hangi bir konuda müracaat edildiğinde, önce söz konusu hususla ilgili olarak Hz. Muhammed’in nasıl davrandığını öğrenir ona göre hareket ederdi. Hokkabazlık ve sihirbazlıkla da insanları etkilemeye çalıştı. Kendisini büyük görüp medet umanlar, ona müracaat ederek dertlerine çare aradılar. Hurma bahçesinin kurumaya başladığını ve mahsulünün azaldığını gören bir kadın kendisinden yardım ve dua isteyince bir kova su getirmelerini istedi. Kovadan bir miktar suyu ağzına alıp çalkaladı. Akabinde ağzındaki suyu kovaya geri döktü. Daha sonra suyun bahçeye dökülmesini istedi. Tavsiyeleri yerine getirildikten sonra ağaçlar tamamen kurudu.

Peygamber Efendimizi taklit etmeye devam ederek, kendisine getirilen insanlara güya yardımcı oldu. Hangi çocuğun başına, şifa niyetiyle elini sürdüyse o çocuğun başı kel oldu. Göz rahatsızlığını gidermek için elini gözüne sürdüğü insanın tamamen kör olmasına sebep oldu. Kekeme olan çocukların ağzına yüzüğünü koyduktan sonra, daha da kötüleşip dilsiz oldukları görüldü. Güya Peygamber Efendimizin yaptığını yaparak mucize gösterecekti.

Müseylime, Peygamber Efendimizin (asm) vefatından sonra peygamberliğini ilan etti. Daha öncesinden de Hz. Muhammed Aleyhisselam’dan; “Senden sonra yerine beni seçersen sana tabi olurum” (Türkiye Gazetesi Yeni Rehber A., 15. C., s. 81) şeklinde talepte bulunduğu ve sert bir cevap aldığı rivayet edilmektedir. Dolayısıyla önceden hazırlandığı ve fırsat kolladığı anlaşılmakta olup, Hz. Ebubekir’in (ra) halifeliğinin ikinci yılında meydana çıktığı görülmektedir.

Kur’an-ı Azimüşşan sürekli ve damarlarına dokunduracak şekilde inkarcılardan benzerini vücuda getirmelerini istemiş ve meydan okumuştur. Risale-i Nur’da bu meydan okumayla ilgili olarak geniş açıklamalar yer almaktadır: “Şu Kur’ân’ın, Muhammedü’l-Emin gibi bir ümmîden nazîrini yapınız ve gösteriniz. Haydi, bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmî olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. Haydi, bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zât olmasın. Bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin. Hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin. Haydi, bununla da yapamayacaksınız. Eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp Kur’ân’ın nazîrini gösteriniz, yapınız. Haydi, bunu da yapamıyorsunuz. Kur’ân’ın mecmuuna olmasın da, yalnız on sûresinin nazîrini getiriniz. Haydi, on sûresine mukabil, hakikî, doğru olarak bir nazîre getiremiyorsunuz. Haydi, hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz, yalnız nazmına ve belâgatine nazîre olsun getiriniz…” (Mektubat, s. 185)

İşte bu meydan okumalara karşı ortaya çıkan en meşhur kişi Müseylime’dir. Müseylime peygamberliğini ilan ettikten sonra duyanları gülmekten kıracak sözler sarf etmeye başladı; “Ey kurbağa kızı kurbağa! Ne diye ‘Nak nak, vak vak’ edip duruyorsun? Yukarın suda, altın balçıkta. Sen ne suyu bulandırırsın, ne de içene engel olabilirsin. Yarasa sana ölüm haberini getirinceye kadar yerde bekle!”. “Görünen ekinlere, onu alabildiğine biçenlere, buğdayı savuranlara, onu değirmende öğütenlere, fırında pişirenlere, ekmeği et suyuna doğrayıp tirit yapanlara, suya ve yağa bandırıp lokma lokma yiyenlere yemin olsun!” (İsmail Mutlu; Hz. Ebu Bekir, Yeni Asya Gazetesi N., İstanbul 1990, s. 155)

Müseylime, bu hareketleriyle alay konusu olurken, diğer taraftan Kur’an-ı Kerim ile mübareze edilemeyeceğini, böyle bir yola başvuracakları nasıl bir akıbetin beklediğini göstermiş oldu. Kendisinden sonra asırlar geçmesine rağmen, ilim baş döndürücü bir tarzda ilerlemesine rağmen, okuma-yazması olmayan Hz. Muhammed Aleyhisselama gönderilen Kitabın benzerini getirmeye kimse cesaret edemedi. Mücadele etme cesareti gösterilemedi. Karşı çıkıp da duyulmamış bir mücadelenin olabileceğinin iddia edilmesi karşılığında Bediüzzaman şöyle cevap vermektedir:

“Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihâl katî teşebbüs edilecekti. Çünkü, izzet ve nâmus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihâl katî taraftar pekçok bulunacaktı. Çünkü, hakka muârız ve muannid dâimâ kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihâl iştihar bulacaktı. Çünkü, küçük bir mücâdele, beşerin nazar-ı istiğrâbını celb edip destanlarda iştihar eder. Şöyle acîb bir mücâdele ve vukuât ise gizli kalamaz. İslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki muârazaya dâir Müseylime-i Kezzâb’ın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de, çendan belâgat varmış; fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyân-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için onun sözleri hezeyan sûretinde tarihlere geçmiştir. İşte Kur’ân’ın belâgatındaki i’câz, katiyen iki kere iki dört eder gibi mevcuddur ki, iş böyle oluyor.” (Sözler, s. 333)

Müseylime olayında öne çıkan önemli hususlardan iki tanesi doğruluk ve yalan arasındaki farktır. Birincisi sahibini en ulvi makamlara yükseltip meleklerden de ala bir yüceliğe ulaştırırken, ikincisi ise sahibini hayvandan da aşağı bir dereceye düşürmektedir. İşte Müseylime’yi en aşağı seviyelere düşüren yalan olduğu gibi, Peygamber Efendimizi de ala-yı illiyine çıkaran sıdk ve doğruluktur. Saadet asrının en önemli özelliklerinden birisi de yalan ve doğru arasında büyük bir mesafe ve birbirlerinden çok uzak bulunmalarıdır. Doğruluğun aşığı olan sahabeler de İslam’a dört elle sarılırken, en az onun kadar da yalandan uzak durmaya itina göstermişlerdir.

Bediüzzaman, yalancılığıyla ünlenen Müseylime’nin durumu ile ilgili bilgi aktardıktan sonra, yalan ve doğruluk arasındaki mesafenin giderek azaldığına işaret etmektedir; “o zamandan sonra, git gide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala, omuz omuza geldi; bir dükkânda ikisi beraber satılmaya başladığı gibi, ahlâk-ı içtimâiye bozuldu. Propaganda-i siyâset, yalana fazla revaç verdi. Yalanın müthiş çirkinliği gizlenip, doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladı…”(Sözler, s. 452)

Bediüzzaman, günümüzün bir hastalığı haline gelen yalan (kizb) konusunda önemli hususları dile getirmektedir; “kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifakın birinci alametidir. Kizb, kudret-i İlahiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlak-ı aliyeyi tahrip eden, kizbdir. alem-i İslamı zehirlendiren, ancak kizbdir. alem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalattan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini alemde rezil ve rüsvay eden, kizbdir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.” (İşaratü’l-İ’caz, s. 93)

Yalan ve dolanları, sihirbazlığı ve diğer bazı sebeplerle etrafında önemli bir güç oluşturan Müseylime, Müslümanlar için büyük bir tehdit oluşturmaya başladı. Dinden dönenleri de etrafına toplayan Müseylime’nin üzerine, Halid bin Velid komutasında bir ordu gönderildi. İki taraf arasında çok şiddetli bir savaş oldu. Müseylime’nin taraftarları dağıtılıp bir kısmı öldürülürken, çok sayıda Müslüman da şehit oldu. Bunların arasında çok sayıda sahabe ve tabiin vardı. Diğer taraftan Müseylime de Vahşi (ra) tarafından bulunarak öldürüldü (633). Böylece büyük bir tehlike bertaraf edilmiş oldu.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*