Musîbetlere karşı inancımız ve duruşumuz

Cenâb-ı Hak fert ve millet olarak hepimizi büyük musîbet ve belâlardan koruyup muhafaza etsin. (Âmin) Hiç ummadık bir zamanda bütün ülkeyi hüzne boğan derin bir belâ ve musîbetle karşı karşıya geldik.

Manisa’nın Soma ilçesindeki maden ocağında meydana gelen olay yalnız bizi değil dünyayı da dehşete düşüren tarihe geçecek elim ve derin bir hadise olarak hafızalara kaydoldu. Nice yuvalar söndü! Nice umutlar ve hayaller bir anda yıkıldı! Evlere ve kalplere kor ateş düştü.

Rabbim daha beterinden saklasın. Vefat edenlere rahmetiyle muâmele etsin, geride kalanlara da sabır ve metanet versin. Hakikî imanı elde etmiş kardeşlerimiz inşaallah manevî şehit olmuşlardır. Mevlâ’mız taksiratlarını affetsin, rahmetiyle onları kuşatsın. Onlar berat fermanını alarak bu dünyanın kazurat ve dertlerinden kurtuldular. Asıl biz dersimizi aldık mı önemli olan o!

Bütün ülke ve medya herkes bu olaya odaklandı. Gündem bu müessif hadiseye kilitlendi. Büyük bir gariplik var. Kabullenilmesi zor bir olay. Çünkü yapılan açıklamalara göre dünyevî sebepler noktasında her şey usûlüne uygun yapılmış gibi görünüyor. Normal prosedür noktasından işler icra edildiğine göre neden böyle akıl almaz bir hadise meydana geldi? Burada bir kördüğüm ve bilinmezlik var. Kâinatta boşluk ve abes olmadığına göre! Olayın sır perdesini aralayacak gerçekleri görüp gösterecek noktalara da bir göz atmak gerekiyor. Dışarıda suçlu aramaya fazla gerek yok. Böyle zamanlarda herkes ilkönce kendisine bakacak. İşi ve suçu başkalarına bıraktığı zaman “çözümsüzlük” başlar!   

Bütün bu yorum ve değerlendirmelerde; inanç, tevekkül, kader ve Hakk’a teslimiyet boyutları tam olarak öne çıkarılmalı ki hakperestlik kazansın. Böyle konuların istismarı olmaz. Suçlamalarla bir yere varılmaz. Tarafgirlik ve menfaatle böyle konulara bakılmaz. Fikir kirliliği, ince ve derin hesaplarla bu yolda gidilmez. Kavgadan uzak, sabırlı, sulhkârâne, müsbet düşünerek ders alıp çözüm üretmekle ancak neticeler alınabilir.

Maşaallah diyelim siyasilerimiz ilk iki günü bu konuyu istismar etmeden ve kendi menfaatlerine kullanmadan geçirdiler gibi. Umulur ki böyle devam etsinler. Ve kimse istismar etmeye, kendine göre yontmaya ve menfaat devşirmeye kalkmasın.

İnşaallah onlar dünyevî boyutlarında bu şekilde müsbet manada hareket etmeye devam etsinler. Bizler de Kur’ânî pencereden, Risale-i Nur’un işaret ettiği açıdan olayı kısaca değerlendirmeye çalışalım.

Risale-i Nur’da; “Nimet ve rahmet-i İlahiyenin fiyatı, şükürdür” (Emirdağ Lâh., eski sh. 32, yeni: 75, mek. no: 14) der. “Bizler gönül rahatlığıyla Rabbimize karşı tam olarak şükrün hakkını verebiliyor muyuz?” sorusunu çok iyi düşünmemiz lâzım. Hâlıkımız; rahmetin fiyatını şükürle vermeyi bizden istiyor. Her türlü zulüm ve isyandan uzak olmamızı emrediyor. Değilse gazabını celb edeceğimize işaret ediyor. Gizli, kasıtlı, kasıtsız, bilerek veya bilmeden, yapılan zulüm ve tahribat, küfür ve isyanlarla bir nevî tokada kendimizi müstahak edeceğimize işaret ediyor. (Age)

Hadiste beyan buyrulan: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır derler.” hakikatlerini celbedecek hatalar mı yapıyoruz ki bu kadar acıyla yüreklerimiz yanıyor? Rahmet istemeye yüzümüz kalmayacak günah ve zulümlere girip veya taraftar mı oluyoruz ki sıkıntılardan kurtulamıyoruz. Masumlara azap çektirecek hatalarımız mı var acaba? (Age)

Âyette belirtilen: “Öyle musîbetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlûmlar da içinde yanar.” hükmüne fetva verdirecek hallere mi sebeb olduk Allah korusun! “Mallarımıza, rızıklarımıza hileler su-i istimaller, rüşvet gibi çok haramlar mı karıştı ki rahmete istihkakımızı kaybediyoruz?” (Age)
Asıl çok daha önemli olan; Risaletü’n-Nur’un neşrine mani olmaya gidecek boyuta varan bir düşünce ve yapılan tahribat ve yasaklamaya dönüşecek hallere mi tevessül edildi ki böyle bir musîbetle yüz yüze geldik. (Kastamonu Lahikası, s. 17, Mek. No. 11)

Bu işaret ve fetvalar şahsımızın değil Üstad Bediüzzaman’ındır. İşte onun net beyanı: “Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler, yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece ahiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 99, Mek. No: 85)

Bu müessif olayın bize ihtarını ve vereceği dersi çok dikkatli ve basiretli değerlendirmelerle ancak alabiliriz. Olayların püf noktasını ve sırrını açacak enfüsî dairede; yani kendi iç dünyamızda değerlendirebilirsek ancak istifadeye medar olur.

Musîbet ve belâlara karşı, “ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve Sünnet-i Seniyye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeriatın tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ve duâ ve o hâle mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.” (Emirdağ Lâh., eski sh. 33, yeni: 75, mek. no: 14)

Cenâb-ı Hak’tan tekrar maden kazasında vefat eden kardeşlerimiz için af ve mağfiret diliyoruz. Mevlâ’mız günahlarını affetsin, makamlarını Cennet etsin, ruhları şâd olsun. (Amin). Geride kalan evlât, eş, anne, baba, kardeş, akraba ve dostlarına sabırlar ve metanetler versin diyoruz. Bir daha da Rabbimiz millet olarak böyle acılarla bizleri imtihan etmesin; ibret dersleri almayı ve sabretmeyi nasip etsin. (Âmin).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*