Müskirat “fiilî propagandası”na karşı

Bediüzzaman, İstanbul’un işgaline karşı yazdığı “Hutuvât-ı Sitte” (Şeytanın altı aldatması) adlı eseriyle işgalcilere meydan okuyup, fiilî propagandalarını akamete uğratmaya uğraşır.

76 müftü, 36 ilim adamı ve 11 mebusla Anadolu’daki Kuva-yı Milliyeyi destekleyen Bediüzzaman, Şeyhülislâm Dürrizâde Efendi’nin 11 Nisan 1920 tarihli Kuvayı Milliye ve İstiklâl Harbi aleyhindeki fetvalarına mukabil “İşgal altındaki bir memlekette İngilizlerin emri ve tazyiki altında verilen fetva mualleldir (hastalıklıdır), mesmu olamaz (dinlenilmez)” hükmünü verir.

“İngilizlerin ayağını boğazımıza bastığı ve toplarını İstanbul’a ve saraya çevirdiği” sırada, işgal altındaki idâreye bağlı Meşihat’ın (Diyanet’in) siyasî konjonktüre göre baskı altında vermek zorunda kaldığı “resmî fetva”ya itaat edilmeyeceğini dinî ve ilmî delillere dayandırır.

“Düşman istilâsına karşı harekete geçenler âsi değillerdir, fetva geri alınmalıdır” deyip, cihad aleyhindeki fetvayı “mükreh” yani zorlanan, icbar edilen, ikrah ve mecburiyete mâruz kalmakla alınan bir fetva olarak niteler. (Eski Said Dönemi Eserleri, Tulûat, 573-575)

Bediüzzaman’ı, İngiliz işgaline direnişe ve cihada gayrete sevk eden sâiklerin başında, Avrupa ve Amerika’dan getirilen gemiler dolusu fıçılarla müskirat (sarhoşluk) veren alkollü içkilerle payitaht İstanbul’un ciğerinin ve beyninin yakılması “fiilî propagandası” gelir.

Gençliğin ve topyekûn Osmanlı toplumunun tüketilip çökertilmesi, Müslümanların yüksek karakterinin ve düşünce mekanizmalarının atâlete uğratılıp, ecnebi istilâsına karşı koyamayacak hale getirilmesi plânını boşa çıkarmaya çalışır.

Hevâiliğin ve rezâletin inkişaf ettirilmesiyle inancın zaafa uğratılması, İslâmın izzetine, vatanın ve milletin istiklâliyetine dair ulvî hislerin dumura uğratılması, İslâm cemiyetinin ruhen ve mânen esir alınması tehlikesini bertaraf etmeye didinir…

“MÂNEN AHLÂKIMIZA VURDUĞU DARBE!”

Bu hususta, “Neden bu kadar İ.G.Z.’den (İngilizden) nefret ediyorsun, müsalâhasını (barışılmasını) da istemiyorsun?” sualine, “Sebep bir değil, bindir. Bana en ziyâde şedit görünen, mânen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secâya-yı seyyieyi (kötü huyları) içimizde inkişaf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam bulur (iyileşir). İzzet-i İslâmiye, nâmus-u millînin yarası pek derindir” cevabını verir. (a.g.e., Tulûat, 449)

Hutuvât-ı Sitte’nin başında, “Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihânın her tarafına kundak sokan el-hannasın (şeytanın)”, altı aldatmasıyla İslâm âlemini ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki “habis menbaları (pis hisleri)” ve tabiatlarındaki “muzır (zararlı) mâdenleri (hevesleri)”, fiilî propaganda ile işlettirip, zaif damarları tahrik ettiğini” bildirir.

Bu vahim vaziyete, “Edirne camiinde bir İslâm hocasının lisâniyle (İslâm düşmanlarınca Anadolu aleyhinde kışkırtılan Yunan Başbakanı) Venizelos gibi bir zâlim şeytana dua ettirilmesi” fecaatini örnek gösterir. “Hilâfet merkezinde Müslümanlar lisâniyle hizbüşşeytan (Şeytan taraftarı) olan Yunan askerlerini halâskâr (kurtarıcı), tathirci (temizleyici) ilân ve karşısındaki güruh-u mücâhidini (mücâhitler grubunu) cânî, zalim söylettirdi” hâdisesini nazara verir. Ve bu mânevî çürüyüşü, bir annenin çocuğunu kendi eliyle öldürerek, müteessir olmayarak parça parça etmesi misâli, ulvî hislerin ve yüksek ahlâkın sönmesiyle açıklar.

Halkın içki ve ahlâk dışılıkla dejenere edilip, dinin, vatanın ve milletin şeref ve istikbâlini düşünemeyecek hale getirilmesinin hedeflendiği ikazında bulunur. Bunun ifsad şebekelerinin millete dehşetli hilesi ve fitnesi olduğuna ve İngilizlerin bu menhus komployla İslâm dünyasını deprenmeyecek derecede istibdat altında tuttuğuna dikkat çeker…

POPÜLİST POLEMİKLERE KURBAN EDİLMEMELİ

Bu bakımdan, devrin müderrisleri ve âlimleriyle Ayasofya ve Sultanahmet gibi selâtin camilerinde ve halkın toplandığı mekânlarda içkinin maddî ve mânevî zararları hakkında hitâbelerde bulunur.

5 Mart 1920’de mütârekenin en acı günlerinde, başta içki olmak üzere her türlü kötü madde bağımlılığıyla mücâdele maksadıyla “Hilâl-i Ahdar/Yeşilay Cemiyeti”nin kurulmasına önayak olur. Yeşilay’ın hüviyet defterinde ve evraklarında “Said” imzasıyla yer alan Dârül Hikmet-il-İslâmiye azâsından Bediüzzaman Said Nursî, Şeyhülislâm Haydarizâde İbrahim’le birlikte birçok âlim ve müderrisin katıldığı ilk toplantının tarihî “zabıt deferi”nde, müskirâtla mücâdele için, “En ziyâde matbuat (basın-yayın) meselesine ehemmiyet verelim” teklifi okunur. (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 224-226)

Bunun içindir ki bugün de milletin maddî ve mânevî sıhhati için fevkalâde büyük bir tehdit teşkil eden “içki âfeti” ve buna bağlı baş gösteren diğer sosyal felâketler karşısında, gerekli ciddî yasal önlemlerin alınması zarurîdir.

İnsanlığın idrâkini ifna eden, “dünyevîleşme” illetiyle “dünyevî yaşam biçimi”ni yücelten, kompleksli kalabalıkları eğlence ve sefâhete düşüren, toplumu zehirleyip “sosyal patlama” raddesine getiren “kötülüklerin anası” içki illetine karşı, günübirlik politik polemiklerin aşılarak, inanç değerleriyle hayat bulan mânevî kültür takviyesi gereklidir.

Aksi halde, “muhâfazakâr iktidar” döneminde kat kat artan içki üretimi ve tüketiminin önü alınamaz. Siyasî rant hesaplı atışmalar arenasında içki tüketimi rakamları daha da artar. Gittikçe kan kaybeden toplum, daha büyük bâdirelere sürüklenir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*