Müslüman-Hıristiyan ittifakı yolunda

Böyle bir yazıya bizi sevk eden renkli toplantı; 30 Mart 2012 Cuma akşamı, mukim olduğum şehirde, yani Wels’te gerçekleşti. Din, mezhep ve kültür farklılıkları olan insanları bir araya getiren asıl sebep de yine bu “farklılıklar” oldu. Genellikle “ayrılık” ve “ayrıştırma” sebebi gibi gözüken farklılıklar, bu defa bir araya getirme vesilesi olmuşlardı.

Avusturya Kültür ve Eğitim Vakfımız (AKEV) adına biz de katıldık. Ve bizzat şahit olduk ki, biz bu işin hâlâ başındayız, hâlâ birbirimizi anlamaya çalışma safhasındayız.

Bu yolda mesafe almakta zorlanmamızın bir çok sebepleri vardır. En önemli sebep de, denilebilir ki, meselenin önemine olan inancın ve ciddiyetin zayıflığıdır. Yani hâlâ “olsa da olur, olmasa da” havasında, günü kurtarma çabasındayız!

Dünyayı saran tehlikelerden, insanlığı kuşatan korkunç tehditlerden habersiz gibi, birbirimizin halleriyle, detaylarla uğraşıyoruz. Önce bu girdaptan, bu handikaptan kurtulmamız lâzım. Her şeyden önce de bakış açımızı, nazarımızı ıslâh etmemiz lâzım.

Müslümanlar açısından: Kur’ân-ı Kerim bu hususta ne emrediyor? Ehl-i Kitap hakkında ne diyor? Hazret-i İsa ve Hazret-i Meryem’i nasıl anlatıyor?

“Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘ol’ kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur” âyet-i kerimesini nasıl anlamalıyız?

Ehl-i Kitapla muamelemiz nasıl olmalıdır? Peygamber Efendimizin (asm) bu alandaki tatbikatı nasıl olmuştur, beyanları nedir? Hem Kur’ân’ın, hem de Peygamberimizin (asm) zamanımıza bakan mesajlarıyla Nur saçan Risâle-i Nurların bu husustaki izahları nasıldır?

Üstad Said Nursî’nin bu alandaki teşebbüs ve açıklamaları nasıldır? Onun, “İstikbalin kıt’alarında hakikî ve manevî hakim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılâb etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki, Kur’ân’a tâbi olur, ittifak ederler.” sözlerini nasıl anlamalıyız?

Hıristiyanlar açısından: Hazret-i İsa’nın hakikî mahiyeti nedir? Kendisinden sonra gelecek olan Peygamber hakkındaki beyanları nasıldır?
“Artık sizinle konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın reisi geliyor” şeklindeki İncil âyetini nasıl anlamalıyız?

Elimizdeki İncil’in aslına uygunluk derecesi nedir? Müslümanların elinde olan bu Kur’ân’ın bize söylediği ve bizden beklediği bir şeyler yok mu?

Hazret-i Muhammed (asm) kimdir ve ne yapmıştır?
İşte bu ve buna benzer soruların cevapları kutsî ve sağlam kayıtlarda ve kaynaklarda mevcuttur. Yeter ki samimî olalım. Yeter ki hakikatı arama niyet ve azminde olalım. Asıl hata, insan unsurundan ve olayların yanlış okunup yorumlanmasından kaynaklanıyor.

Öyleyse, gün geçtikçe önem derecesi artan bu mesele, şahısların inisiyatifine bırakılmamalı. Kudsî kaynaklara dayanan bir “şahs-ı manevî” oluşturulmalı ve cemaat şuuru içinde yürütülmelidir..

KUR’ÂN İNCİL’LE BULUŞUYOR

Wels’teki o anlamlı ve ideal buluşmanın haberi; haftalar öncesinden, ilgili dernek, kilise ve camilerde “Koran trifftBibel” başlığıyla ilan edilmişti. (Türkçesi: Kur’ân İncil’le Buluşuyor.)

Ve nihayet beklenen gün gelmişti. Program yöneticisinin ve Belediye Başkanı’nın yaptıkları kısa açış konuşmalarından, İslâmî ve İsevî üslûp ve muhtevada yapılan duâlardan sonra görüşmeler ve münâzaralar başladı. Avusturyalı, Arap, Türk, Arnavut ve Bosnalı katılımcıların ortak dili Almancaydı. Yuvarlak masalar ayrı, konular farklıydı.

1- Ailede dinî eğitim. 2- İslâmda ve Hıristiyanlıkta kadının yeri. 3- Şehir hayatı-entegrasyon. 4- Dinî bayramlar. 5- Eğitim-okul-iş. 6- Gençlik. 7- Sosyal sorumluluk. 8- Maneviyat ve ibadet…

Yuvarlak masa münâzara sonuçları, seçilmiş parola cümleler halinde yazılı olarak organize heyetine iletildikten, sonuç konuşması ve duâlardan sonra, kahveli-pastalı-börekli serbest sohbet ve tanışma faslına geçildi.

Toplantı tamamen geride kalırken, geride kalmayan ve daha da güçlenen bir temenni, bilhassa Müslümanların düşüncelerinden dillerine dökülüyordu:

“Önyargılar, yanlış anlaşılmalar ve yanlış yorumlar biraz daha azaldıysa, ne âlâ!”

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Esselâmu aleykum,
    Üstâd Bedîüzzamân (Kuddise Sirruh), apaçık söylemiş; daha nasıl anlayacaksınız ki?!
    Ne diyor üstâd: “İslâmiyet’e inkılâb etmiş ve hurâfâttan ve tahrîfâttan sıyrılacak Îsevîlerin hakîkî dîni; İslâmiyet’tir.”
    Demek ki İslâmiyet’e inkılâb etmiş (değişip dönüşmüş) ve asılsız inançlarla bozulmalardan da sıyrılacak Îsevîlerin gerçek dîni; İslâmiyet’tir. Ve bunu anlayacak olanları, hidâyete ereceklerdir bîiznillâh! Dolayısıyla te’vilinize hâcet yoktur!
    “Kur’ân-ı Kerîm’le İncîl’in Buluşması” diye bir mefhum, vâkı’a veya literatür, terminoloji olamaz! Çünkü tahrîf edilmiş ve nesh edilmiş bir kitâpla Allâh’ın, dînini tamamladığı bir kitâp; aslâ ve aslâ buluşamaz.
    Mevcût İncîllerden, Hristiyanlar nezdinde ancak ve ancak sâdece Kur’ân’ın geçerli tek hak kitâp olduğunu doğrulamak ve ispâtlamak üzere faydalanılabilir.
    Kitâpların buluşması, dinlerarası diyalog gibi sakat ve de karşılıklı olarak turizme hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramayan, hattâ “dîn, elden gidiyor” kaygılarına bile sebep olan böylesi kurgular yerine, “Müslüman-Ehl-i Kitâb Diyalogu/Buluşması” üzerinden gidilse, “onlarla bizim aramızda eşit bir söze” mutlakâ geleceklerdir.Buna inanmayansa za’ten kâfir/münkîr olmuştur alîmallâh/mâazallâh!
    Yüce Kitâbımızın hangi âyetinde, Ehl-i Kitâb’ı İslâm’a dâvet dışında bir emir vardır?! Savaşta ve barışta onlara nasıl davranılacağını buyuran âyetler ise za’ten konumuza dâhil değildir.
    Onların bizim hakkımızdaki önyargıları, yanlış anlamaları ve yanlış yorumlamaları; biraz daha azaldıysa veyâ çoğaldıysa bu, bizim derdimiz değil! “11 Eylül” gibi siyâsî hâdiselere, dînî at gözlüklerini çıkararak bakarlarsa Müslümanları terörist addetmekten vazgeçeceklerdir. Sizler; ister “iki ilâh”ta, ister “tevhid”de anlaşın, isterse de karşılıklı ziyâretlerde, meselâ onlara bir hafta on gün namaz kılıp oruç tutma tiyatrosu yaptırın; netîcede onların gözünde “eyyâmcı” ve de “potansiyel terörist” olmaktan başka birşey elde edemezsiniz. Bizimse onlar hakkında önyargılarımız, yanlış anlamalarımız ve yanlış yorumlamalarımız yoktur. Çünkü onlar, en başta teslis inancının saçmalığını görmedikçe biz onları, tıpkı Selçuklu ve Osmanlı’nın gördüğü gibi “kâfir” olarak addetmeye devâm edeceğiz. “Küfür, tek millettir.” âyeti emrince Osmanlılar, bütün gayrimüslimlere “kâfir” derlerdi. İngiliz, Franszı, Alman, Felemenk vs. bir ayrım yapmazdık. “Frenk kâfiri” de derdik ki bu da “Avrupalı kâfir” anlamına gelirdi.
    Onlara İslâm’ı anlatın. Abdullâh-ı Tercümân gibi hazretleri anlatın. Varaka bin Nevfel’i, Râhip Bahira’yı anlatın. Ashâb-ı Kehf’i anlatın.
    Onlarla dostluk köprüsü kurmayı bırakın! Osmanlı’nın zorlaması olsaydı, sâdece Boşnakların ve de bir kısım Arnavutların değil, Evropa’nın en azından Almanya ve Fransa’ya kadarki kısmının 450 yıldır Müslüman ve de Devlet-i Âl-i Osmâniyye’nin hâlâ ayakta olmuş olacağını anlatın.
    Rahmet meleklerinin girmediği kiliselere, havralara vs. girmeyin vesselâm…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*