Müslüman iktisatçılar nerede?

Ekonomi ve siyasetin dünyevîleşmekte olan toplumun en önemli gündemi olacağını Bedîüzzaman Hz.leri yetmiş seksen sene önceden haber veriyor. Dünya sermayesinin yüzde sekseninin, yüzde yirmilik bir nüfusça işletileceğini; insanlığı fukara, muhtaç, sefih ve çaresiz bırakan emperyalist Avrupa Medeniyeti tahlillerinde güzelce izah ediyor. Kapital ile hürriyetler arasındaki münasebetin yeniden dünyanın gündemine geldiği şu günlerde, ister istemez etrafımıza bakınarak “Müslüman İktisatçıları” gözlerimiz arıyor.

Bizim kuşağımız iyi hatırlar. 1980’lerden sonra üniversite eğitiminde iktisad, işletme ve malî meslekler birden- bire büyük alâkaya mazhar olmuşlardı. Çalışkan öğrencilerin ilk tercihlerini teşkil edince de; Anadolu kökenli, dindar ve geleneğine bağlı binlerce arkadaşımız bu sahaya yöneldiler. Okullarını başarı ile bitiren yüzlerce ekonomistimiz Batı ülkelerine giderek mastır ve doktora çalışmalarını tamamlayarak vatanlarına döndüler. İşletmelerde vazife alarak pratikte yükselenler kadar, üniversiteye intisab edenler de en yüksek ilmî payeye ulaştılar… Buraya kadar arz ettiklerim, esas söyleyeceklerimize bir girizgâhtı.

Müslüman İktisatçılar… Dindar gençler… İslâm geleneğine bağlı bildiğimiz işletmeciler ve maliyeciler… Vatan, millet ve İslâmiyet adesesinden olayı takip ettiğimizde, beklediğimiz neticeyi görememenin burukluğunu hissediyoruz. Yani dünyada iki büyük cihan harbine sebep olan Avrupalı ekonomistlerin bu sahadaki dehşetli yanlışlarına bizim cepheden pek bir itiraz yükselmemiş.

Gençliğimizde, hançerelerimizin el verdiği nisbette lânetlediğimiz kapitalizm, komünizm, siyonizm ve liberalizm gibi hayatlarını doğrudan sermayeden, ekonomi ve iktisaddan alan fikir cereyanlarına itirazımız yalnızca sloganlarda kalmış. Siyaset ile para, demokrasi ile kapital, insanî değerlerle kapitalizm ile bolşevizm arasındaki ilmî ve mantıkî irtibatlara dair bizi doyuracak her eseri bu sahanın Müslüman aydınlarından maalesef okuyamadık. Karl Marks’tan sonra sivil dinsizlerin zirveye oturttukları Karl Popper’e dair onbinlerce eser ve çalışma piyasayı doldururken, bizden onların yanlışlarını veya İslâmın tezlerini anlatacak bir gayretin olmayışı bize hem elem ve hem de hüzün veriyor.

İslâmın güzel ahlâka, Kur’ân ve hadisin çalışma ce paylaşıma yaptığı vurguları yer yer kısık seslerle kapı aralıklarında duymakla kaldık. Kur’ân’ın binbeşyüz senedir faizi, servetle servet edinmeyi, para ile iç barışları torpillemeyi, faiz ve bankerlik müesseseleriyle insanları sınıflandırarak sınıflar arası çatışmayı ortadan kaldıran muhteşem kaide, prensip ve uygulamalarına bilhassa akademisyen iktisatçılarımız hiç ilgi göstermediler. Dünyayı herc ü merce getiren “Vahşi Batının” ekonomik derslerini maalesef esas kabul etmiş görünüyorlar.

Siyasetten sonra en çok kitap yazılan ve bilimsel konuşmaların yapıldığı sahanın ekonomi olduğunu biliyoruz. Çok ilginçtir ki, binbeşyüz senelik Kur’ân Medeniyetinin bu sahası ve tarihî uygulamalarının zamanımıza tatbik teorileriyle ilgili doğru dürüst bir makale okuyamadık. Evvelâ faizin İslâm dinindeki kesin haramlığıyla ilgili çalışmalar bekliyorduk. Avrupa ve Amerika’da faizin insan hayatını ve emeğini nasıl sömürdüğünü müşahhas örneklerle anlatan tek tük yazarların eserleri de tercüme edilmediler. Dinlerinde bizdeki “haram” vurgusu olmayan Batıcıların “insaniyet” adına faizin mahiyetini pratik hayatta izaha çalışmalarına karşın iktisad veya işletme ulemamızın ketum davranması, bizim gibi beklenti içinde olanları kalp inkisarına düşürüyor.

BEDÎÜZZAMAN VE İKTİSADÎ YAKLAŞIMLAR…

Said Nursî’nin çatışmacı Avrupa Medeniyetini dünü ve bugünü ile en iyi tanıyanların başında geldiğini iktisatçılarımız bilemiyebilirler. Büyük ihtilâlden başlayarak Bolşevik ihtilâli, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşını hazırlayan ekonomik ve siyasî sebepleri, Kemalist İhtilâlinin mahiyet ve neticelerini en önemli noktalarını Bedîüzzaman’ın Kur’ân tefsiri olan Külliyatında bulmamız mümkündür. Hayatının ve eserlerinin bütün karelerinde, Kur’ân’la savaşmış emperyalist Avrupa ekonomisine susturucu ve mukni cevapları bulabiliyoruz. İstanbul’u işgal eden İngiliz devletinin başpapazının yüzüne tükürürcesine verdiği dört kelimenin iki tanesi bu hususla ilgilidir. Hatta Birinci Dünya Savaşının dehşetli ateşleri altında, at sırtında kaleme aldıkları İşarat ül İ’caz Eserinin Bakara Sûresinin ilk âyetlerinin tefsirinde, problemi çözümüyle özetliyor. Denizi tarif eden bir kaç damla sadedinde, yine bir Ramazan-ı Şerif mevsiminde 1910’da kaleme aldıkları Lemaat isimli eserindeki şu şiirleşmiş satırları bu vesile ile arz edelim: ”Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesadât, hem asıl, hem mâdeni,…” diye başladığı kısımda bütün karmaşa, ihtilâl, ekonomik kriz ve savaşlara faizin varlığıyla, zekâtın kaldırılmasını asıl sebep gösteriyor… Yine sonraki kısımda ise “…Beşer bunu isterse (sınıflar arasındaki çatışmayı, ihtilâlleri, iç savaş ve kaosları) sarılmalı zekâta, ribâyı tard etmeli.

Kur’ân’ın adâleti bâb-ı âlemde dünya kapısında) durup, ribâya der: “Yasaktır; hakkın yoktur, dönmeli.”

Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. Müthişini yemeden bu emri dinlemeli.

Zamanımıza Kur’ân penceresinden bakarak haber veren Bedîüzzaman şu ekonomik krizlerin arkasına saklanmış global savaş ve felâketleri mi haber veriyor, acaba… O dünya harblerini tahlil eden Said Nursî, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşında, İslâm coğrafyasını haksız yere sömürerek kustuğunu yazıyor. Bilhassa 11 Eylülden itibaren yine dinsiz Avrupa kâfirleriyle münafık Asyalıların ortaklaşa İslâm beldelerini nasıl harebezara döndürdüklerini BOP ve Arap Baharı çerçevesinde yaşıyoruz. Yani dehşetli bir felâketin başta AB olmak üzere dünyayı yeniden ateş ve küle çevirecek şekilde bize yaklaşmakta olduğunu, mutlaka iktisatçı ulemamız da biliyorlardır. Ne hazindir ki, Kur’ân’ın ve hadisin ekonomik pratiklerini dünyaya haykırmaları gerekenler, zalim ve haris Batı’nın öğretileri, teorileri, format ve kalıplarıyla öğrencilerini oyalamaya devam ediyorlar. Avrupa ve Amerikalı ekonomistlerin bilgileri ve öngörüleri doğru olsaydı, başta kendi halklarına yararı dokunurdu.

ONLARDAN İZZETLİ VE MİLLÎ BİR DURUŞ BEKLİYORUZ…

Uzak Doğu’dan Atlas’a uzanan İslâm Coğrafyasındaki yangınlar bizi üzdüğü kadar izzetimize de dokunuyor. Bu yangınları çıkaran global banka ve fon sahiplerini evvelâ Avrupalı dilleriyle Batı Dünyasını takip eden iktisat ulemamız bilmeli. Bankalara ve bankerlere özenerek; onların kalıplarıyla “İslâm bankacılığını” inşa edenler de biliyorlar ki, bankacılık zemini bize ait değil, onların gayretleriyle kendi zeminini bulmalı ve kendi sistemimizi kurmalı değil miyiz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*