Müslümanlaştırmak!

İLMİN, fennin, san’atın vatanı olmaz. Onu kim alır, kim sahip çıkarsa o, onun olur; kullanana hizmet eder.

Taassup, körü körüne reddediş, çoğu zaman maksadını bulmuyor. “Ecnebî buluşu” diye kullanmamak olur mu? Anonim olmuş konudan herkes faydalanabilir. Fen ve teknik bakımından artık dünya küçüldü, insan ufku büyüdü.

Günümüz insanları ne çok şeyle ilgili! “İlgi” demek de yetmez; çok konuda bilgili. Senin bilmiyor olman ona mazeret olmaz. Çünkü, o, biliyor. Şu halde bildiğini bilip, ona göre davranmak en yerinde çözümdür. Ya da, maksadını keşfedip ona, doğru yaklaşmak, meseleyi halleder.

Yapılacak şey, mecraları değiştirmek yani yazıyı, resmi, filmi, tiyatroyu; denizi, kumu; çalgıyı çılgıyı ve toplumda revaç bulan buna benzer konuyu Müslümanlaştırmak.

Tiyatroda, Bediüzzaman oynanırsa ne güzel. “Çağrı” filmi, “Ömer Muhtar”, “Minyeli” hafızalara silinmeyen mesajlar bıraktı, geçti.

Picasso’dan çıplak kadın yerine, Beytullah’ın yakın plan tablosu en güzide mekânlarda yer alır, başlara tâc edilir.

Denizdeki su, kıyıdaki kum Müslüman’a memnu mu? Yeter ki, şartlarını kullanılır edelim; helâl olan dairede girelim.

Musikînin müsbeti ruha rahatlık verir. Gönül, onu tefekküre yönelir. Arabeskler, köçekçeler, şehvet kokan nâmeler konumuzdan müstesna.

Yıllar yılı sinemaya küskündük. “Yalnız Değilsin”, “Minyeli Abdullah”, “Küçük Ağa” ve benzeri yapımlar sinemayı sevdirdi. Gittik, gördük; tebrik ettik gönülden. Bugün de olmalı bu güzel çalışmalar. Müteveffa rejisör “Said Nursî” demişti, ama ömrü yetmedi. “Çakmaklı” gitti diye her şey onunla bitmez. İnşâallah, temennisi dua olur, bu proje hayat bulur.

Müstehcen tasviratla karikatür çizenlerin, fotoroman çekenlerin ahlâktan nasipleri yok; açıkçası, bir nâdân. Bu san’atı konuşturup halkın dili olana, çok teşekkür borçluyuz.

Bediüzzaman: “Edipler edepli olmalıdırlar. Hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalıdırlar” 1 diyor. Çünkü: Yazar, çizer, düşünür tarihin kandilidir; istikbale kılavuz. Bir gün geldi, bunlar dine büründü; şafak vakti göründü. Dünyamız aydınlandı, birden.

Roman diliyle tarih, gençlere nüfüz etti, düne dair hayaline istikamet gösterdi.

Doğru dini, doğru dili, edepli edebiyatı, âdaplı san’atı insanımıza ulaştıranlara şükran borcumuz vardır. Onlar, ruhlarındaki bütün zarafeti, bütün mahareti bizlere vakfettiler hep; kırmadan, dökmeden bize yol gösterdiler.

Bu da bir başka san’at.

“San’at, gülü incitmeden gül yaprağına şiir yazmaktır” diyor, merhum Hasan Nail Canat. Diğer bir deyimle: “Tereyağından kıl çekmek”. Müsbet mesaj vermenin farklı bir uygulanışı! Yani, tahrip etmeden tamir etmek. Yani ilme, fenne, san’ata “din” giydirmek. Yani:

Müslümanlaştırmak…

Dipnot:

1- Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, 109.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*