Mustafa Sungur: Allah gayretimizi arttırsın, istikamette muhafaza etsin

Mustafa Sungur
Üstad ve Risâle-i Nur dinlenseydi, Üstadın teklifi hayata geçirilebilseydi, bugün Güneydoğu’daki sıkıntılar yaşanmazdı. Cenâb-ı Hak imanımızı, gayretimizi, cesaretimizi arttırsın, istikamet üzere muhafaza etsin!
Kimin aklına gelirdi; Üstad Barla’ya sürülecek, orada Risâle-i Nur’u telif edecek, ne mahkemeler, ne sıkıntılar yaşayacak da,
sonra Risâle-i Nur Anadolu’ya yayılacak ve bütün dünya onu okuyacak, onu konuşacak. Elhamdülillah. Bu manzaralar, Nurun bayramıdır bir nev’î.

 
*II. Meşrutiyet ilân edildikten sonra Bediüzzaman, Doğudaki aşiretleri gezerek meşrutiyet ve hürriyetin güzelliğini anlatmış, daha sonra bunları Münâzarât isimli eserinde toplayarak neşretmişti. Sözkonusu eserinin bir yerinde “Eğer siz tembel kalıp da onun (meşrutiyetin) yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz” demektedir. Bu mânâlar çerçevesinde günümüz Türkiyesi’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve gelecekle ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Her mesele tedricî gittiği için, bu da öyle olacak gibi… Bize düşen, Cenâb-ı Hak’tan dilemek…
Tevekkülle, nazar-ı imanla bakıyoruz. Allah hayırlı eylesin.

Biz elimizdekinin kıymetini bilmiyoruz maalesef. Üstad, Menderes zamanında “Şimdi Risâle-i Nur hükmediyor” derdi. Hatta bazı tazyikler, baskılar yine vardı o zaman.

Ama şimdi her tarafa bir bakınız… Okuma programları v.s… Allah’a şükürler olsun. Yani bu, Cenâb-ı Hakk’ın in’amı. Biz öyle bakıyoruz. Ama tabiî kusurlar olacak; eski düzen devam ediyor. Halk Partisi yine var. Kemalizmin istibdadından kurtulmamız gerekiyor.

*Bediüzzaman Hazretlerinin, yüz sene önce Tiflis’te Şeyh San’an Tepesi’nde bir Rus polisi ile aralarında geçen diyalogda söylediği “Ben de gelip burada medresemi yapacağım” mânâsı tahakkuk etmiş midir, ettiyse nasıl gerçekleşmiştir?

Tahakkuk etti tabiî. Şimdi oralarda Risâle-i Nurlar yayılıyor. Azerbaycan’da v.s…

Tiflis’te medrese açtık. Üstad, “Seni Tiflis’e göndereceğim” demişti zamanında. Elhamdülillah tahakkuk etti. Orada da medrese-i Nuriyemiz açıldı.

Şimdi Rusya’daki son sıkıntılar, Risâle-i Nur’un daha çok parlamasına, yayılmasına, okunmasına, neşriyâtına vesile oluyor.

Âdetullah tabiî böyle. Daha ileride ne olur bilmiyoruz, ama zaman kısa yani… “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî…” hadisini biliyorsunuz değil mi?.. Kastamonu Lâhikası’nda “Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis” başlıklı mektup… (Orayı okuyoruz birlikte)

Orada “..1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane” diyor. Şimdi Hicrî 1429’dayız. Yani 77 sene var.

Siz bugünkü hizmetlere bakmıyorsunuz da, tâ yüz sene öncesini soruyorsunuz. (Gülüşüyoruz). Baksanıza bugüne, Anadolu ne halde, vilayetler ne halde… Elhamdülillah… Risâle-i Nur’un bayramıdır bu. Tam galebedir bu. Üstad, aslında yüz sene önce “Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır” diyerek bugünlere işaret etmiş.

Kimin aklına gelirdi; Üstad Doğudan Barla’ya sürülecek, orada Risâle-i Nur’u telif edecek, ne mahkemeler, ne sıkıntılar yaşayacak da, sonra Risâle-i Nur Anadolu’ya baştan başa yayılacak ve bütün dünya onu okuyacak, onu konuşacak. Elhamdülillah. Bu manzaralar, Nurun bayramıdır bir nev’î.

*Malûmunuz, Rusya’da, Rusça olan bazı Risâle-i Nur eserleri yasaklandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Oradaki arkadaşlar, Risâle-i Nur’un daha çok yayıldığını ve okunduğunu söylüyor. Zaten, Rusça bazı eserler yasaklanmış. Diğer dillerdeki eserler serbest. Bir dönem dinsizliğin merkezi olan Rusya’da, şimdi Risâle-i Nur serbestçe basılıyor, okunuyor ve hâlâ neşrolunuyor. Bayramdır yani bu. Büyük bir fütuhattır. “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir” mânâsı tahakkuk ediyor inşallah.

(Bu vesileyle Rusya’dan gelen bir hizmet mektubunu aktarıyor.)

Elhamdülillah, duâlar hürmetine Rusya’da hizmetler devam ediyor. Nurlar her tarafta yayılıyor, neşrediliyor, geniş dairelerde fütuhat yapıyor, dosta düşmana kendini okutturuyor. Lehinde-aleyhinde her tarafta, gazetelerde, en çok okunan dergilerde, Rusya’nın internet sitelerinde makaleler yazılıyor. Rusya’da bir kısım risâlelerin yasaklanması, aksine onların yayılmasına, bilinmesine, ilânâtına vesîle oluyor. Her meslekten Müslüman kardeşler, hatta Hıristiyanlar bile onu müdafaa ediyorlar.

Meselâ Rusya’da, her gün binlerce kişinin girdiği meşhur “Portal Kredo” internet sitesi, senenin en mühim 10 hadisesi içinde Risâle-i Nur’a ait mahkemeyi de kaydetmiş. Sitenin başkanı, “dairevî masa” toplantılarında gazeteci ve muhabirlerle mecliste Risâle-i Nur’dan vecizeler söyleyerek demiş ki: “Devletimiz Rusya’nın, bu kitapları yasaklaması değil; aksine, anarşilikten kurtulmak ve diyalog için bu eserlerden istifade etmesi vaciptir. Hatta insanın bu eserlere ekstremist demeye bile dili varmıyor.” Siteye Üstad’ın resmini, hayatından bazı kısımları ve “müspet hareket”e ait mektupları koymuşlar. Devamlı Nurlara, Üstad’a ait makaleler neşrediyorlar.

İstanbul’daki Bediüzzaman Sempozyumu’na iştirak eden Gazeta redaktörü Kevorkova, sempozyumdan çok etkilenmiş. Gazetesinde tesirli ve güzel bir makale yazmış. Moskova’da Türkiye elçisiyle görüşmüş. Çok müsbet cevap almış ve gazetesinde yazmış. Ve bu hanım, kendisine yapılan çokça tazyike bakmayarak, Üstad ve Nurlar hakkında makaleler yazıyor.

Rusya Müftüsü Ravil Gaynuddin, Rusya İlimler Akademisi’ne, Dil Enstitüsü’ne ve Psikoloji Enstitüsü’ne tafsilatlı büyük bir mektup yazmış ve “Sizin mütehassıslar, İslâm âleminde ve dünya mikyasında tanınmış kitaplar hakkında nasıl yanlış rey veriyorlar?” diye sormuş.

Rusya Müftüsünün muâvini Polosin (Rus), mahkemeye ait meselelerle ilgili “Müslüman mü’minlere ve hatta Hıristiyanlara heyecan veren hâdise” başlıklı bir makale yazmış.

Tataristan Cumhurbaşkanı Müşaviri, mahkemeye, savcılığa yazdığı mektubunda, “Ben bu kitapları okudum ve hiçbir aşırılık konusu görmedim” diye geniş cevap vermiş.

Hizmetler her tarafta şevkle devam ediyor. Kaleningrad şehrinde yeni bir askerî bölgede ders ihdas edilmiş. Orada albay olan kumandan derslerin devamını rica etmiş.

Petersburg’da ve başka şehirlerde de sayısız hizmetler var.

Estonya’da (Baltık ülkesi) bin tane Estonca Kur’ân meâli basılmış. Bir günde hepsi satılmış. Cumhurbaşkanı “Ne kadar ihtiyaç varsa basılsın” demiş.

Cenâb-ı Hak imanımızı, gayretimizi, cesaretimizi arttırsın, istikamet üzere muhafaza etsin!

*Üstadın Medreset’üz Zehrâ projesinden ve günümüz problemlerine nasıl ve ne gibi çareler sunduğundan bahseder misiniz?

Üstad ve Risâle-i Nur dinlenseydi, Üstadın teklifi hayata geçirilebilseydi, bugün Güneydoğu’daki sıkıntılar yaşanmazdı.

Risâle-i Nur ve Medreset’üz Zehrâ, esasında ayrı şeyler değil, ikisi beraber. Üstad “Ezher Üniversitesinin kız kardeşi” diyor onun için. Yani onun bir benzeri Anadolu’da kuruldu şu an. Bir zamanlar Üstad, buna Erzurum Üniversitesi’ni örnek veriyordu. Elhamdülillah ağır ağır gidiyor yani.


*Gazetemiz aracılığıyla Nur Talebelerine vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Estağfirullah. Bizim vereceğimiz mesaj olmaz. Bizim en ziyade üzerinde durduğumuz, Risâle-i Nur’un okunması ve neşridir.

Nur Talebesi kardeşlerimiz bütün Anadolu’da, her vilayet, her kaza ve bazı köylerinde Risâle-i Nur’un neşrini gaye-i hayat biliyorlar.

Üstad, “Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Hakîm’in bu asrın fehmine bir dersidir” diyor. Bakınız şimdi her tarafta, her beldede okuyorlar Elhamdülillah. Arapça külliyat neşroldu, şimdi devamlı basılıyor. İngilizce basıldı, her tarafa neşroluyor. Gittikçe çoğalıyor. Bunu tebrik ediyoruz.

Üstad, daha hayatta iken, Risâle-i Nur’un bütün dünyaya, insanlığa yayılacağına işaret etmişti. Bununla ilgili lâhika mektupları var. Meselâ bir mektubunda şöyle diyor: “Bu zamanda, bu dünyada bu mânevî cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çaresi var. O da Kur’ân-ı Hakîm’dir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mucize-i mâneviyesi olan Risâle-i Nur eczalarıdır.”

Elhamdülillah, Üstadın dedikleri hep çıktı. Risâle-i Nur’un parlayacağını söylüyor, azami ihlâs dersi veriyordu.

“Cenâb-ı Hakk’a şükür, o âzamî ihlâsı kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ve şerefini en küçük bir mesele-i imaniyeye feda eden çoktur. Hattâ Nurun bîçâre bir şakirdinin düşmanları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek çoğaldığı için, rahmet-i İlâhiye cihetinde sesi kesilmiş. Hem de ona takdirle bakanlar isabet-i nazar hükmüne geçip onu incitiyor. Hattâ musafaha etmek de tokat vurmak gibi sıkıntı veriyor.

“‘Senin bu vaziyetin nedir?’ diye soruldu. ‘Madem milyonlar kadar arkadaşların var; neden bunların hatırlarını muhafaza etmiyorsun?’

“Cevaben dedi: Madem mesleğimiz âzamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâki bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek âzamî ihlâsın iktizasıdır. Meselâ, harp içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleri arasında Kur’ân-ı Hakîmin tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib kâtibine ‘Defteri çıkar’ diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’ân’ın bir harfinin, bir nüktesini düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş ruhunun kurtulmasına tercih etmiş.”

“O kardeşimize sorduk: “Bu acip ihlâsı nereden ders almışsın?”

“Demiş: İki noktadan…

“Birisi: Âlem-i İslâmiyetin en acip harbi olan Bedir Harbinde, namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için, düşmanın hücumuyla beraber mücahidlerin yarısı silâhını bırakıp cemaat hayrına şerik olmak, iki rekat sonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm bir hadis-i şerifiyle emretmiş olmasıdır. Madem harpte bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hadise-i dünyeviyeye tercih edilmiş. Üstad-ı mutlakın böyle bir işaretinden bir nüktecik alarak, biz de ruh ve canımızla ittibâ ediyoruz.

“İkincisi: Kahraman-ı İslâm İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Celcelûtiye’nin çok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi istemiş ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin. Düşmanları tarafından ona bir hücum mânâsı hâtırına gelmemek, sırf namazdaki huzuruna pek çok olan düşmanları tarafından bir hücum tasavvuru ile namazdaki huzuruna mâni olunmamak için, bir muhafız ifriti dergâh-ı İlâhîden niyaz etmiş.

“İşte bu biçare, ömrü bu zamanda hodfuruşluk içinde yuvarlanan biçare kardeşiniz de, hem sebeb-i hilkat-ı âlemden, hem kahraman-ı İslâmdan bu iki küçük nükteyi ders aldım. Ve bu zamanda çok lâzım olan Kur’ân’ın esrarına ehemmiyet vermekle, harp içinde ruhunun muhafazasını dinlemeyerek, Kur’ân’ın bir harfinin bir nüktesini beyan etmiş.”

İşte azamî ihlâs bu yani.

Ben daha ne mesaj vereyim? Risâle-i Nurlardan ayrılmayalım, kâfî…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*