Mustafa Sungur’un zor imtihanı

Mustafa Sungur, Bediüzzaman’ın hizmetine aldığı has talebeleri arasında yerini almıştı. Bediüzzaman’la tanıştıktan sonra hayatını Risale-i Nur hizmetine adar. Hizmet kervanına dâhil olduktan sonra şiddetli imtihanlardan geçer. Bir gün hizmet esnasında talebe kardeşlerinden biriyle gerginlik yaşar ve bu gerginlikten sonra ona karşı bir kırgınlık duyar. Mustafa Sungur, beraber hizmet ettiği talebeyle aralarındaki gerginliği ve kırgınlığı kimseye sezdirmeden içine atarak hizmete devam eder. Bir gün Bediüzzaman, talebelerine gezmeye çıkmak için arabayı hazırlamalarını söyler. Talebeler hemen hazırlıkları tamamlar ve arabanın önünde toplanırlar. Mustafa Sungur, tam arabaya bineceği sırada Bediüzzaman ona: “Sungur sen geri dön. Patnos’tan gelen mektuba cevap yaz.” der. Mustafa Sungur, şarteli inmiş trafo gibi bir anda karanlığa gömülür. Arabanın önünde kurumuş bir ağaç gibi öylece durur. Kısık bir sesle: “Peki efendim.” der. Arabaya alınmaması gururuna öyle bir dokunur ki içindeki fırtına onu kendisinin dahi bilmediği çok uzak diyarlara fırlatır. Kendi kendine: “Nasıl olur da Üstadım onu bana tercih eder ve onu yanına alır! Demek ki beni önemsemiyor” der. Bu gibi onlarca olumsuz düşünce zehirli bir yılan gibi aklını ve kalbini yaralar. Öyle bir boşluğa düşer ki sanki okuduğu, bildiği, gördüğü her şey bir anda zihninden silinmiştir. Gurur ve nefsi onu peşine takarak karanlık bir boşluğa doğru götürür.

Mustafa Sungur, kısa bir süre sonra kendi kendine bir karara varır ve artık Bediüzzaman’la kalmanın bir anlamı olmadığını düşünür. Hemen bu gün hatta şimdi buradan ayrılmayı düşünür. Kafasında bir an önce Eflâni’ye sonra Ankara’ya oradan da İstanbul’a gitmeyi tasarlar. Buralardan uzaklaşmak, çok uzaklara gitmek ister. Daha da ileri giderek ta Medine’ye, Ravza-ı Mutaharra’ya gidip Peygamber Efendimize (asm) türbedar olmak ister. Kırılan kalbi, incinen gururu, dünyasını başına yıkmıştı. Gururunu kurtarmak için gideceği yerin planını yaparken birden gözünde bir görüntü belirir. Yer yarılır ve Peygamber Efendimiz (asm) ona görünür.

Peygamberimiz (asm), Mustafa Sungur’a: “Sen Bediüzzaman’ı Türkiye’de bırakıp buraya nasıl gelirsin! Doğruca onun hizmetine geri dön!” der.

Mustafa Sungur, bir anda dokuz şiddetinde bir depremle sarsılır. Bütün bedeni fırtınaya kapılan bir yaprak gibi titrer. Düşüncelerinden büyük bir suç işlemiş gibi yüreği pişmanlık duygusuyla dolar ve kendi kendine: “Ben ne yaptım!” der.  Bir anda kalbi ve aklı vesveseden kurtularak temizlenir. Artık yüreği yeni doğmuş bir bebeğinki gibidir. Kalbi, Üstadına ve has kardeşine karşı durulanıp paklanır. Kardeşine duyduğu kırgınlık bir anda sis bulutu olup dağılır. Ona karşı kalbine hürmet ve muhabbet dolar. Mustafa Sungur, Peygamber Efendimizi (asm) gördüğü o kısa sürede bir ateş çemberinde öyle bir yanar ki içinde biriken gurur, kıskançlık ve kırgınlık pası bir anda sökülür gider. Artık Risale-i Nur ve Bediüzzaman, onun hayatında en önemli iş, mutluluk ve sevgi olur.

Bu olayın etkisi daha üzerindeyken arabanın korna sesini duyar. Annesinden uzun süre ayrı kalan bir çocuk gibi hasretle, pişmanlık dolu bir kalple Bediüzzaman’a doğru gözyaşları içinde koşar.

Peygamber Efendimizin (asm): “Sen Bediüzzaman’ı Türkiye’de bırakıp buraya nasıl gelirsin! Doğru onun hizmetine geri dön!” sözü onu can evinden vurmuştur.

Bediüzzaman’ın önemini şimdi daha çok anlamıştır. Bir anda yüreği kabarır. Sevinç ve mutluluk içinde Bediüzzaman’ın koluna girdi ve merdivenlerden yukarı çıkmasına yardım etti.

Bediüzzaman bir baba şefkatiyle talebesi Sungur’a: “O benim Sungur’um!” diye iltifatta bulundu. Mustafa Sungur, Bediüzzaman’ı yeni bulmuş gibi ona sevgi, hasret ve muhabbetle yanaştı.

Mustafa Sungur yıllar sonra o günleri şöyle anlatır:

“O günkü olaydan sonra hiçbir talebe kardeşime karşı yüreğimde bir olumsuzluk ve kırgınlık yaşamadım. O olay kalbimi ve aklımı tam tedavi etti!”

Kaynak: İhsan Atasoy – Mustafa Sungur

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*