Namazı hakkıyla kılmanın ehemmiyeti

Evliyâullahtan Ebû Bekr-i Kettânî Hazretleri bir gün evinde namaz kılarken evine bir hırsız girer. Hırsız sağa-sola bakar ama çalacak eşyâ nâmına bir şey göremez.

Derken, Kettânî Hazretlerininin omuzunda çok kıymetli bir kaftan olduğunu görür. Arkasından sessizce yaklaşır, o kaftanı yavaşça alır ve uzaklaşır oradan.

Ancak sevinemez. Zira eli kaskatı kesilmiştir. Ne yapacağını şaşırır. Yakınları kendisine:

“Sen ne yaptın? O zât, Allah dostu bir velîdir. Çabuk git, aldığın kaftanı geri ver ve özür dile. Hem duâ ve ricâ et ki, çabucak şifâya kavuşasın” derler. Kaşarak gider, görür ki Kettânî Hazretleri hâlâ namaz kılıyor. Kaftanı usulca koyar omuzuna. Selâm verince de, özür dileyip, duâ ister. Mübârek zât:

“Sen ne zaman aldın bu kaftanı; hiç haberim olmadı…”

Ellerini kaldırıp:

“Yâ Rabbî! Bu, aldığı şeyi geri verdi. Sen de bundan aldığını geri ver!” diye duâ eder.

Ânında iyileşir hırsız. Ve bu işten vazgecer, üstelik de bu büyük Velî’nin yakın talebesi olur.

***

Ah keşke, namazı böyle kılabilseydik… O zaman bütün problemlerimizi de rahatlıkla çözebilirdik her halde. Eğer, aynı zamanda bir “zaman programlaması” olan namazı, psiko-sosyal ve sair anlamlarının derinliğine ruhen inerek tadil-i erkân ile (vaktinin başında kılmak da bunun içine girer) kılabilseydik; bugün İslâm âlemi olarak içinde bocaladığımız sıkıntıların pek çoğunu asgariye indirecektik.

Namazın bütün varlıkların ibadetlerini içine alan bir fihriste ve kâinat çapında bir ehemmiyeti hâiz olduğunu ifade eden Bediüzzaman, “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır” der.

Nefsimize şu hususları kabul ettirmeliyiz:

Bu dünyaya Yaratıcımızı tanımak, O’na iman ve ibadet etmek için geldik. Yoksa, iktidar olmak, saltanat sürmek için değil! İbadetlerin başında da, hadis-i şerifte “dinin direği” olarak ifade edilen namaz geliyor.

Namaz ve mescid, İslâm şeâiridir, sembolüdür. Bunları ihyâ etmek veya ihyâları için mücadele vermek bizatihî hizmettir. Farzlarda riya yoktur. “Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; izharı, riya olamaz—meğer, gayet za’f-ı imanla beraber fıtraten riyakâr ola. (…) şeaire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve halistir.1

Farz namazı açıktan kılmak, bizatihî tebliğdir. Çünkü, namazın bir enerjisi, bir iksiri, bir etkileyici ciheti de vardır. Namaz kılanları izleyerek, ezanı duyarak hidayete eren nice bahtiyarlar vardır.

Dipnot:1- Kastamonu, s. 141.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*