Namusluların cesareti

Ramazan ayına mahsus ibretli hadiseler konuşuluyor.

Camide teravih kılınmaya başlanmış.

Tabiî cemaat hafız hoca da bulmuşken, ‘Cüz’le teravih kılınsın.’ demişler.

Ve teravihler cüz’le kılınmaya başlanmış.

Buraya kadar güzel.

Tabiî bir iki gün geçince, cemaatten iki adam anlaşmışlar ve bir dilekçe yazarak müftülüğe iletmişler.

İstekleri açık, ‘Teravihler cüz’le değil de, normal kılınsın.’

Olabilir.

İnsanlardan bazıları değişik istekler içerisinde olabilirler. Bu da güzel.

Beş yüz kişilik bir cemaat var, diyelim. Bunlardan beşi, yüz beşi, hatta iki yüz beşi farklı düşünüyor olabilir.

Atılması gereken adım nedir?

Hani deniyor ya işte demokrasi böyle durumlar için söz konusudur.

Ne oldu, yüzde elli biri almışsan, sistemi değiştirebilirsin. Doğru mu?

‘Peki bizim bahsi geçen camide ne olmuş?’ dersiniz.

Aynen tahmin ettiğiniz gibi, teravihler cüzlerden sûrelere dönmüş.

Hayırlı olsun efendim.

Müftülük neye bakar, masasına gelen resmî dilekçelere bakar. Bakmış.

‘Peki dört yüz, beş yüz kişi ne olmuş?’

Onlardan yüz kişi değil, elli kişi değil, üç kişi bir dilekçe yazmadıkları için, dilekçe yazan iki kişiye tabi olmuşlar.

Ehh olsun o kadar.

Kim, hak ve hukukuna sahip çıkarsa, o hak ve hukuk o kişiler için geçerli olur; kim de sahip çıkmazsa, dört yüz, beş yüz kişi, iki kişinin istek ve arzusuna tabi olmak durumunda kalır.

Bu her yerde geçerli bir kanundur.

Önceki günkü gazetemizdeki yazısında da kıymetli yazar Hüseyin Gültekin, idarecilerin yanlış yapmaması için vatandaşların hak ve hukuklarını bilmelerine ve aramalarına dikkat çekmiş ve Asr-ı Saadetten şu örneği vermişti: “Hz. Ömer’in hutbede; ‘Yanlış yaparsam ne yaparsınız?” sualine, orada bulunanların hiç çekinmeden; ‘Seni kılıcımızla doğrulturuz.”

On Üçüncü Lem’a, On İkinci İşaret’te ise, Bediüzzaman, ‘Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki, yüzde on ehl-i fesat yüzde doksan ehl-i salahı mağlûp ediyor.’ diyerek, yine hakkını bilmeyen ve aramayan çoğunluğun, hakkını bilip arayan ve tahrip eden azınlığa karşı mağlûp düştüğünü ifade ediyor.

Buradan çıkarmamız gereken de, kanunlar çerçevesinde herkesin hak ve hukukunu bilmesi, araması ve neticenin çoğunluğun isteğine göre oluşmasına katkı sağlaması gerekiyor. Yoksa bir varlık göstermeden şikâyet edip durmak bir anlam taşımayacaktır.

Bozulmalar; bozanlar kadar, bozulmaya sessiz kalanların da vebalidir.

Şikâyet edenlerin çoğunluğuna bakın, bir inisiyatif almazlar, işin bir yerinden tutmazlar, birazcık sabretmezler, azıcık bir cesaret göstermezler sonra da ‘niye şöyle oldu, niye böyle oldu’ diye dert yanar dururlar.

Yok kardeşim, reyini, kanaatini, kararını ortaya koy veya koymanın zeminini oluştur, varolduğun anlaşılsın, ondan sonra neticeye razı ol.

Varolmayanların, yokluğuna hükmedilir.

Önce varolun, sonra konuşalım.

Hak ihlâli yapan sesini çıkarıyor da, hak ihlâline uğrayan sessiz kalıyor.

Oysa haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değil miydi?

Evet, evde, sokakta, iş yerinde ve büyük dairelerde hasılı günlük hayatın hemen her yerinde, memnuniyetsizliği ortadan kaldıracak ve lâzım bir gerçeklik dikkat çekiyor; maddî ve manevî varlığını müsbet şekilde göstermek.

Sebahattin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*