Nasıl Bir Davaya Mensup Olduğumuzun Farkında Mıyız?

Bazı olay ve işleyişlerin mülk âlemine yansıyan kısmı arka planını çok az yansıtıyor. Mesela, Kur’an’ın nasıl bir kelam olduğunu sadece mülk alkemine yansıyan boyutu ile anlamaya çalışırsak bizim dünyamızdaki Kur’an bütün zaman ve mekanları, görünen ve görünmeyen bütün alemleri kuşatan bir kitap olmaz. Hz. Muhammed (a.s.m.) 1400 yıl önce yaşamış çok kabiliyetli, ikna yeteneği çok yüksek bir beşer olarak algılarsak, O’nun (a.s.m.) bütün insanlara ve cinlere ve yeryüzünde ve ötesinde yaratılmış bütün varlıklara elçilik konumunu, temsil ettiği makam açısından zaman ve mekân üstü oluşunu gözardı etmiş oluruz.

İçinde bulunmaya gayret ettiğimiz mukaddes davanın da Kur’an ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) çizgisini devam ettirme hayreti ve misyonu nedeniyle arka planı görünenden çok daha derindir. Varlığı Risale-i Nur perspektifinden algılayan ve hayatı onunla anlamlandıran fertlerin oluşturduğu nurani bir cemaatin mensuplarıyız. Kur’an’da, Hz. Ali’nin Celcelutiye kasidesinde, Gavs-ı Azam’ın Fütuhu’l-Gayb’ında işaretlerle müjdelenmiş ve istikbalde yapacakları hizmetler ve samimiyetleri, ihlasları nedeni ile alkışlanmış bir cemaat… Davası ile bütün kâinatın alakadar olduğu ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) büyük ve yaratılışa maksat âleme ukde-i hayat olan davasını günümüze taşıyan, üstadı ve bütün mensupları ile hayati vazifeler üstlenmiş bir cemaat… İnsanlık Darü’s-Selam yolunda bir geminin yolcuları ve bu cemaatin mensupları o geminin mürettebatı. Bu yüzden dava büyük vazifeler çok ve fazlası ile hassasiyet gerektiriyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin çevresinde halka olmuş bir kaç samimi, fedakar ve gayretli insanın çabaları ile başlayan ve günümüze kadar büyük gelişmeler kaydeden bu dava asli yönü ile ve manevi anlamı ile gerçekten çok büyük ve alemin bütün zerrelerini, her insanı ilgilendiren bir misyon üstlenmiştir. Üstad ve sonrası çizgide tam bir gayret ve samimiyetle yeri geldiğinde canları pahasına ortaya atılmış hizmet erbabının, günümüzde sanki bir rehavet havası içine girmişlik görüntüsü arz ettiği ileri sürülmektedir. Bu duruma kısmen, Risale-i Nur şahs-ı manevisini teşkil etmek üzere kaderin bir tecellisi olarak gerçekleşen mitoz bölünmelerin sanki ayrılık şeklinde algılanması ve bunun oluşturduğu hafif bir karamsarlık havası yol açmaktadır. Eğer bu tesbit doğru ise, bu durumu ortaya çıkaran psikososyal nedenler ve alt yapı açısından daha pek çok sebep sıralanabilir. Fakat olabilecek en kötü sonuç gaye-i hayalin zihinlerde zayıflamasıdır. Bunda toplumun topyekün yaşadığı dünyevileşme sürecinin de büyük etkisi olduğu söylenebilir.

Geçmişte yaşanan her şey yaşanması gerektiği için yaşandı. Çünkü kaderin hükmüydü. Bunlardan Risale-i Nur ölçüleri ile hayatını şekillendiren hiç bir ferdin aleminde ümitsizlik, şevksizlik, isteksizlik doğmamalı. Onların davası acz, fakr, şevk ve şükrü mutlak düzeyde hayata aksettirmeyi hedefleyen bir dava. O davada kırgınlık olmaz, küsmüşlük olmaz. Büyük bir yangından insanları kurtarmak üzere koşanların birbirlerine kızacak, küsecek vakitleri ve halleri olamaz. Yük ağır ve yardıma uzanan her ele ihtiyaç var ve rahmet okunmalıdır. Anlamsız çekişmelerin, lüzumsuz kırgınlıkların bir an evvel ortadan kaldırılması ve Risale-i Nur hizmetine layık şevk ve gayretin, bitmek bilmez enerjinin tekrar kazanılması zamanıdır. Bu zaman artık hizmet boyutlarının Türkiye sınırlarının dışına taştığı ve dünyanın her tarafından insanların bu ulvi davayı anlamaya ve hayatlarının bir parçası haline getirmeye çalıştıkları bir zamandır. Hristiyan, Yahudi, Budist pek çok insan Risale-i Nur’a yönelmiş ve onu kendilerine ulaştırma gayretimizin zayıflığından dolayı bizlere sitem etmektedirler. Artık hedef çok büyümüş ve yapılması gerekenler çok artmıştır. Nur hizmeti kendisini bu davaya mensup hissedenlerin birincil işi olmalıdır. Hem şevkimizi artıracak ve büyük bir enerji verecek şekilde üstadın müjdelediği cennetasa bir baharın çiçekleri baş göstermeye ve tomurcuklanmaya başlamıştır. Gaye-i hayalimiz çok daha belirginleşmiş ve daha rahat hissedilir hale gelmiştir. Bu yükün altından kalkabilmenin yolu sarsılmaz bir inanç, uykularımızı kaçıracak bir ümit ve tam bir dayanışma olmalıdır. Yani; ihlas, samimiyet ve gayret. İnanın yarınlar hizmetimiz ve davamız açısından çok daha güzel olacak. Bu gelişmelerde bizimde payımız olsun, gelinen noktanın mutluluğunu biz de paylaşalım istiyorsak birbirimize kenetlenmeli ve gayretimizi çok artırmalıyız.

Bizler fert fert çok önemli ve manevi makamları çok yüksek kimseler olmayabiliriz. Ancak içinde bulunduğumuz dava ve onu temsil eden şahs-ı manevi nübüvvet mesleğini bu asra taşıyan varis konumunda bir alim ve çok yüksek bir velayet makamında. Bu makamın bir farkına varabilsek, önemini gerçekten içimizde hissedebilsek, bu mana bilinçaltımıza bir yerleşse hizmetten uzak bir saniyemiz geçmesin, davamız dışında bir maksat için nefes almayalım ve kalbimiz atmasın isterdik. Böyle bir duygu durumunda vazife taksiminde herkes öne atılır ve başka kimlerin yük altına girdiği ile hiç ilgilenmezdik. Çünkü bu bağlantıyı kurduğumuzda Hz. Muhammed (a.s.m.) ve O’nun (a.s.m.) temsil ettiği bütün peygamberler, Hulefa-i Raşidin (r.a.), Gavs-ı Azam (r.a.), nebevi mesleğin taşıyıcıları olan bütün veliler, sıddıklar, mukkikler ve Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) ile aynı yükün altına girdiğimizi ve onlarla zaman ve mekân ötesi birlikteliğimizi hep farkederdik.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*