Nasıldım anne?

Onaylanmak, kabul edilmek, takdir edilmek insan için ne kadar temel bir ihtiyaçtır aslında… İnkâr edip, buna ihtiyacımız olmadığını, kimsenin onaylamasına gerek duymadığımızı düşünüp, buna inanmaya çalışsak da, bu gerçeği değiştirmek zordur. Bazen yıllar sonra, bu ihtiyacı fark etmenin travması ile uyanırız… Artık büyüdüğümüzü ve kendi başımıza her şeyin üstesinden gelebileceğimizi sandığımız zamanların aksine, karşımızdakinin gözlerine, onaylanma ve takdir edilme arzusu ile bakarız.

Küçük bir çocuğun ‘nasıldım anne’ diye seslenişi gibi, güzel bir şeyler duymak isteriz. Yanı başımızda güzel bir şeyler söyleyecek güzel bir yürek olsun arzu ederiz. Sıcacık bakışlarıyla onaylasın, desteklesin, anlatmadan da anlasın isteriz. Öyle yürekten olsun ki, hiçbir şey değişmese de, içindeki acı geçsin… Yeniden başlama arzusu gelsin kalbine… Düştüğün yerlerden, dizlerindeki tozları silkeleyip, ayağa kalkıp, daha hevesle yeniden başlamak hayata…

Özellikle çocukluğun ilk yıllarında ve büyüme çağları boyunca aileden alınacak onaylanma duygusu eksik kaldığında, fark etmediğin ve bununla yüzleşmediğin sürece, içindeki boşluğu doldurmak ve kareleri tamamlamak üzere yaparsın bütün seçimlerini… Bütün tercihlerin, bütün çabaların ve sürekli vermelerinin ardında hep aynı acıyı yakalarsın… Neden gereğinden fazla, hatta insanlar istemeden bile, sürekli vermelerinin sebepleriyle karşılaşırsın… Yıllar sonra sen büyüyüp ebeveyn olursun, ama geldiğin yaş ne olursa olsun, bazen bir ses, bazen bir rüya ile o ilk onaylanma ve takdir edilmeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu tekrar tekrar hatırlarsın… İçindeki kocaman boşluk o kadar ağrır ki, acısını dindirmek için elini bütün gücünle yüreğine bastırman gerekir… Canını yakan acı bir söz, ya da masum olmayan her tavır küçük bir çocuk gibi teselli edilmek ihtiyacını hatırlatır sana. Kocaman ve güçlü bir yetişkin olamadığın zamanlarda, içindeki çocukla karşılaşırsın… Başını güvenle dayamak istediğin bir omuz olsun, orada bütün sızıların geçsin istersin. Sevilmek, takdir edilmek, onaylanmak, anlaşılmak dilersin… Zaferlerin kadar, kayıplarını da onaylayacak bir bakış olsun, güzel bir kelime, kısa da olsa küçük bir cümle olsun istersin… Dizlerine yattığın annen saçlarını okşarken, ağlamaktan yorgun düşüp, oracıkta garip bir huzurla uyumak istersin. Herkes kaçsa da senden, o seni hep sevsin, hep gelsin, kıyamasın, bırakmasın, sevgisiyle yaralarını sarsın, bütün eksik taraflarınla, bütün hatalarınla kabul etsin istersin…

Nasıldım anne, diye seslendiğinde… İyi gidiyorsun, devam et, yanındayım, hiç korkma dese… Hep güzel dualar etse arkamdan, beni şartsızca sevse, iyi olmadığım zamanlarda da sevse, bedelini ödemesem de sevse beni… Ama olmuyor işte! Kaç yaşına geliyorsun, ama hâlâ büyümemiş tarafların onaylanmak istiyor, görülmek istiyor, takdir edilmek istiyor.

Artık büyüdüm, yalnız da olur, kim ne derse desin diyen benliğine, kalbinin hemen cevap vermesini bekleme sakın… O bekler, seyreder seni… Bilir ki, benlik ancak düştüğünde öğrenir, düştüğünde fark eder gerçek kendini… Hiçliğini fark ettiğinde, her şeyin hikâyesini, gerçek büyük ve yalan küçüklerin görüntülerini daha da iyi görür. Onaylanmak isteyen benliğin, kaderin öğrettikleriyle öyle hisseder, öyle dibe vurur, öyle susar, öylesine susar ki… Kendini, gerçek onaylayan ve takdir edenin sonsuzluğuna teslim eder. Anlar ki, O’nun kadar anlayan da, dinleyen de, bekleyen de yok….

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*