Nazif Yılgın: Odadan çıkanlar “Mübareğin yüzünden nur damlıyor” derlerdi

alt

Bediüzzaman’ın kaldığı Urfa İpek Palas Otelinin kapısında nöbet tutan asker Nazif Yılgın: Odadan çıkanlar “Mübareğin yüzünden nur damlıyor” derlerdi

Nazif Yılgın kimdir?

Nazif Yılgın, Ordu ili Aybastı (yeni ilçe Kabataş) ilçesine bağlı Alankent kasabasının Çukurcak Mahallesinde ikamet etmektedir.

1957-1960 arasında askerliğini Urfa’da jandarma olarak yapar. Urfa İpek Palas otelinde Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin kaldığı odanın kapısında nöbet tutan iki askerden birisidir.

Kendisini Alankent kasabasına bağlı Güzle Yaylası’nda ziyaret edip sorular sorduk. Üstad Hazretleriyle ilgili pek fazla bir şey hatırlamıyor; ama biz yine de “tarihe kayıt düşmek” mânâsında bu röportajı kaleme almayı önemli bulduk.

Belki de Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini dünya gözüyle görebilen “en son” şahitlerden biri olan Nazif Yılgın’la yaptığımız röportajla baş başa bırakıyoruz sizleri.

Kaç yılında doğdunuz?

Sene 1938 doğumluyum ben, hesabı yap. Sene 1957’de askere gittim. Van Erciş’te acemi birliğimden sonra Urfa’ya düştüm. Urfa’da 25 ay kaldım, merkezde.

Bir akşam dediler ki “İki er, kuşanın.” Nereye gideceğimizi bilemiyoruz. İki er kuşandık.

Jandarma mıydınız?

Jandarmaydım.

Urfa, usta birliği miydi?

Urfa usta birliği canım. (Hanımından ceketinin cebindeki cüzdanı istiyor.) Sonra efendi, kuşandık, vardık oraya. Dediler, “Said Nursi isminde bir âlim gelmiş. Bunun muhafızlığını yapacaksınız.” Millet baskın (yoğun bir şekilde) geliyor. Neyse, vardık kapının önüne… Mübarek adamcağız bağdaşını kurmuş, tesbih elinde…

Siz gördünüz mü bizzat?

Gördüm. Kapının önündeyiz, görüyorum. Biz onun kapısının önünde nöbetçiyiz. İçeri milleti sokmuyoruz.

İpek Palas Oteli. Oteli hatırlıyorsunuz değil mi?

Evet. Hatırlıyorum.

27 numara?

Numarasını bilmiyorum. (Sağdan soldan duyduklarını anlatıyor.) Özel taksisiyle Antep’e gelmiş. Kefenini, iğnesini, ipliğini, sabununu, süngerini, hepsini almış, geliyor oraya.

Siz böyle duydunuz yani.
Öyle duyuyoruz. Oraya geliyor.

Bu bilgileri kimden duydunuz?

Onu konuşturan adamlardan duyduk, onu konuşturanlardan. (Urfa’da askerken çektirdiği fotoğrafları gösteriyor.) Biz orda konuşan adamlardan izahat aldık. Biz halkla meşgul oluyoruz kapının önünde.

Halk, ziyaretine mi geliyor?

Ziyaretine geliyor. Onu görmek istiyorlar.

Kalabalık mı?

Kalabalık geliyor. Biz iki kişi, iki kişi ziyaretini yaptırıyoruz, alıyoruz dışarı. İki kişi görüşüyor, onu dışarı alıyoruz, tekrar iki kişiyi içeri sokuyoruz, onlar ziyaret ediyorlar. “Ben yalan dünyadan gerçek dünyaya gidiyorum, hakkınızı helâl edin!” demiş. Ondan önce Halil İbrahim Peygamberimizin (as) türbesinin yanında şahsına biri iki mezar yaptırmış. Demişler, sormuşlar: “Beyefendi, bunun birini kendine yaptırıyorsun; ama diğerini kime yaptırıyorsun?” Adam da “Onu kendi sahibi gelir, bulur” demiş. Said Nursî de o yapılan kabre konuluyor. Sonra bu mezarın yerinden kaybolduğunu falan duydum, bilmiyorum.

1960 ihtilâlinden sonra askeri uçakla kaçırıyorlar. Mezarından alıp kaçırıyorlar.

Acaba nereye götürdüler?

Nereye götürdükleri belli değil.
Onu İhsan Hocamdan duydum ben.

Belli değil. Birkaç tane hayatta olan talebesi var, onlar biliyor. Onlar da kimseye söylemiyor. Çünkü vasiyeti var. “Mezarımı kimse bilmesin” diyor.
Ama nere götürdüler belli değil. Evet, evet… İşte o kabri, İbrahim Peygamberimizin (as) türbesinin yanında iki tane kabir, yan yana böyle! Kabirleri gördüm ben, biliyorum yani. Kabirleri gördüm. Yalnız o kabre eş yaptırana, “Biri senin ama birini kime?” deniliyor. “O kendi gelir, bulur” diyor. İşte o zatı oraya koymuşlar. Demek ki oradan onu kaçırmışlar! Acep art niyetle mi götürdüler, yoksa?..

Art niyetle! Öyle de mi yaa?!

O zaman devletin, askeriyenin Said Nursî’ye karşı tutumu nasıldı? Siz askerdiniz, jandarmaydınız? Mesela Urfa’dan çıkarmak istemişler onu bir ara, halk izin vermemiş. Demokrat Parti il başkanı izin vermemiş. Bunları duydun mu?

Demokrat devriydi zaten o zamanlar. Eee, ne diyeyim? Ben, şöyle bir şey diyeyim sana ki onu oradan alacaklarını, almayacaklarını hatırlayamıyorum.

O kötü vaziyette, o hasta halinde devlet onun oradan gitmesini istiyor. Urfa’yı terk etmesini istemişler. Durumunu siz biliyorsunuz. Çok hasta, yatıyor, gidemeyecek durumda. Fakat devlet diyor ki “Urfa’dan gidecek!”

İşte o arada bizi oraya nöbetçi olarak diktiler.

Size öyle bir bilgi gelmedi yani.
Bize öyle bir bilgi gelmedi. Bunun ilerisini bilemiyorum. Yalnız orda iki saatlik nöbetini tuttuk.

Nöbet tuttunuz, ziyaretçileri içeri aldınız.
Evet, içeri aldık.

Peki, talebeleriyle falan görüşmeniz oldu mu?

Hayır, olmadı.

Hiç olmadı mı?

Olmadı, olmadı.

Kendisini görebildiniz mi?

Kendini kapıdan gördüm ben. Kapının önündeydik zaten.

Odasının kapısının önünde mi, otelin kapısının önünde mi?

Odasının kapısının önünde canım, otelin kapısının önünde değil, odasının kapısının önünde. Odasının kapısının önünde içeri şey yapıyoruz.

Peki, günde kaç kişi geliyordu ziyaretine? Siz iki saatlik nöbet tuttunuz zaten.
Biz iki saatlik nöbet tuttuk. Gece o da, gece.

Nasıldı yani? Kalabalık nasıldı, izdiham nasıldı, ilgi nasıldı?

İlgi olmasa o kadar kalabalık gelmezdi yani. Bayağı kalabalık oluyordu. Bizim iki saatte gördüğümüz öyleydi. İki saatten sonra daha gelen olmuştur.

Peki, niye jandarma diktiler kapısına?

Bilemiyoruz. Benim tahminim ziyaretçilerin hepsi birden içeri dolmasın, o da rahatsız olmasın hesabına… Burada sırasıyla az az görüşebilirsiniz anlamında. Bize böyle tarif edildi demek ki.

Tabiî siz emir kulusunuz. “Git bekle!” dediler…
Emir kuluyuz. “Git bekle!” dediler. Biz orda iki iki ziyaretini yaptırıyoruz. Başka bir şeyini bilemiyoruz yani.

Başka neler duydunuz Said Nursî’yle ilgili? Hiç kulağınıza gelen bir şey oldu mu, şöyledir, böyledir diye? Halkın konuşmalarını falan duyamadınız mı?

Hayır, halkla bir ilgimiz olmuyor ki, askeriz ya.

Girip çıkanlardan falan?..

“Mübareğin yüzünden nur damlıyor” derlerdi çıkanlar. Gerçekten de simasında bir nur âlemi vardı mübareğin, bir nur âlemi vardı. Ben kendisiyle konuşamadım; yalnız odasının kapısının önünden gördüğüm böyle.

Kaç sene askerlik yaptın?

İki buçuk sene.

İki buçuk sene?

Yaa, otuz ay. Jandarma otuz aydı. Topçular, piyadeler yirmi dört aydı. Artı, bir de jandarma altı ay evvel gidiyordu. Jandarma okulundan dağıtım olup usta birliğine düştüğümüz zaman piyade kısmını alıyorlardı. Böyleydi.

Peki, var mı başka?

Başka, canının sağlığı. Bu kadar biliyorum hocam.

Allah razı olsun.
Allah hepimizden razı olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*