Ne mutlu o insana ki…

Her zaman hepimizin, hep özlediğimiz, herşeyden çok istiyorum dediğimiz şeyler vardır. Bu arzuladığımız, istediğimiz dünveyî şeyler için bazen adeta canımızı verecek kadar çabalar, gayret gösterir ve ölesiye çalışırız. Bazen bir ömür bu yolda, bu dünya arzu ve istekleri yolunda zayi edilir, feda ve heba edilir.

İnsan mükemmeliğin zirvesinde, kâinatın küçük bir misali hükmünde ve misalinde yaratıldığı halde nefsinin ve şeytanın aldatmacası sayesinde maalesef yenik düşerek, mağlûp olarak bu mükemmelliği ile ebede, baki bir hayata mebus iken; fani, kısa, zulümlü ve zulümatlı olan bu dünya hayatının geçici ve uçucu zevklerinin ve lezzetlerinin peşine düşerek kendisini de zayi etmektedir.

Esasında insan eğer insanım diyorsa, insan gibi yaşayabilmeliyim ve insan gibi hedefleri kendisine gaye edinebilmeliyim diyorsa bunun yollarını çarelerini aramalı ve bulmalıdır.

En küçük bir musîbete, belâya, sıkıntılara, hastalıklara maruz kalan bu aciz, fani, zayıf ve noksan insan hemen her çareye başvuruyor, her kapıyı kendine göre çalıyor. Eğer elinde, dilinde, kalbinde, ruhunda hal ve etvarında bu kâinat Hâlıkı’nın emir ve yasaklarını, istek ve arzularını yerine getirttirecek iman vesikası yoksa vaesafa bu insanın haline… Acınacak ve ağlanacak, zavallı ve garip bir insan hayattan ve yaşayıştan ne bekleyebilir ki…

Demek insan yalnız bu dünya ile dünya hayatıyla tatmin edilemiyor. Fani dünyanın lezzetleri ve zevkleri insanım diyen insana kâfi gelmiyor. Bu dünya herşeyi ile kendisine gaye-i maksud olduğu zaman başına belâ oluyor, belâlara, sıkıntılara ve üzüntülere kendisini gark ediyor…

İnsan ister istemez düşünmek mecburiyetindedir. Eğer düşünebilirse insanlığın gaye-i maksudlarını, insan olarak yaratılmanın asıl ve sebep ve illetlerini görebilir, bulabilir. Ve hem ahirette, hem dünyada varlığının olduğunu hissedebilir. Gerçek bir insana da zaten bu yakışır…

İşte böyle bir insan başına açılmış olan ebedî bir âlemi kazanmak veya kaybetmek dâvâsının farkına varabilmelidir. Bu dâvâyı kazanabilmek için de değil dünyanın, dünya adına kazanılmış bütün metaını belki bütün dünyayı bu yolda kazanma yolunda feda edebilmeli, her türlü fanilikten vazgeçebilmelidir.

Ne mutlu o insana ki, fani, geçici, zehirli, kısa ve zararlı dünya nimetlerine sırtını dönerek; ahiretin baki, zevkli, ebedî lezzetlerine kavuşmayı, ebedî bir hayatı yaşamayı kendisine hedeflemiş, gaye edinmiş olsun…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*