Ne olurdu? Onu bir İslâm âlimi olarak görseydiniz…

Âhirzamanın en dehşetli; helâket ve felâket asrının adamı, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nden bahsediyoruz. Bütün hayatı, i’lây-ı Kelimetullah’ı, Allah ismini burçlara dikmek gayesi için harcamış bu büyük insan.
Onun tek derdi, dinsizliğe karşı çıkmak, set çekmekti. Bunun için; ne deccallerle, şeddadlarla, süfyanlarla mücahede ve mücadele etmişti.

İşte bu büyük zat, dinsizliğin en kesif tatbik edildiği fitne zamanında, Kur’ân’ın muazzam tefsiri olan Risâle-i Nurlar’ı te’lif ederek, bin senedir İslâm’ın bayraktarlığını yapan bu aziz milletin evlâdlarını “dinsizleştirme” projelerine, öyle bir çelme takmıştı ki, o zamanın deccallerini, süfyanlarını, şaşkına çevirip, perişan etmişti…

O, İslâm’ın bütün prensip ve usûllerini biliyor, yaşadığı devirlerdeki her türlü siyâsî, içtimaî hareketlere, ayak oyunlarına karşı, Müslümanlara, şahane prensip ve yollar gösterip, onları fitnenin, ocağına ve kucağına düşmekten kurtarıyordu.

Deccallere, şeddadlara karşı, çok kimsenin susup, biat ettiği zamanda o, kahramancasına, mücahede ve mücadele ediyordu. Eğer, bütün Müslümanlar, dindar şahıslar, onun yanında olup, sözlerini dinleyip, onu, siyasetlerine muhalif bir muarız gibi görmeyip, bir İslâm âlimi olarak görselerdi, kıskançlık ve hased etmeyip, yanında olsalardı, şimdiye kadar, belki de burca, sancak dikilmişti bile..

Aslında biliyorlar da işte… Ah o nefis, enaniyet (hele de ilmî kısmı), çirkin ve şeytan siyaset, rüçhaniyetin kötü kullanılması yok mu…

Bakın, sizlere prof. unvanlı iki ilahiyat dekanından misal vereyim. Birisi, benim aile dostum. Onlarla, ailece bir tatil beldesine gidecektik. İçimden, “Bunları, Risale-i Nur’a, bir türlü yaklaştıramıyoruz. Dur, Muhakemat’ı yanıma alayım, ‘Hocam, bu eser Arapça ağırlıkta ya, ben çok anlayamıyorum, siz bunu bana bir anlatın’ diye, belki okuturuz” dedim. (Tabiî, enaniyet okşanınca hoşlarına gidiyor ya) gittiğimiz yerde, öyle de, plânladığım gibi yaptım. Hoca eline kitabı aldı, okumaya başladı, daha ilk satır “saykal-ul İslâmiye” dedi. Durdu, düşündü, bir kaç defa tekrarladı ve “saykal-ul İslâmiye neydi ya?” dedi. Tam söyleyecektim, “Hocam, ‘İslâm’ın cilası’ demek” diye. Vazgeçtim, “Hem bilmediğini söyleyip, hem de, benimle dalga mı geçiyorsun?” der diye. Ve kitabı kapatarak, “Bunu anlamadım, lisanı ağır” dedi. Ve okuyamadan öylece kaldı.

Düşünün, bu bir İlahiyat dekânı.

İkincisi de, hepinizin bildiği, enaniyet küpü ilâhiyat dekanı, Yaşar Nuri Öztürk. Aynı zamanda, iki dekan da, sınıf arkadaşı.

Bir zaman STV’de, Ramazan iftar programları yapılıyordu. Programcı, her akşam meşhur birini getiriyor, bir mevzu hakkında konuşuyor, daha sonra, misafiri yerinde bırakıp, başka bir bölümde gençlerle sohbet edip, tekrar misafirin yanına gelerek, onun intibalarını alıyor. İşte, Yaşar Nuri ile de, öyle yaptı. Programcı, yukarı çıkıp gençlerle sohbete başladı. Hoca da aşağıda onları merakla dinliyor. Bir baktım, bizim “gıybet bahsi”ni okuyorlar. Kamera, bazen aşağıda hocayı gösteriyor, bazen yukarıyı. Ama Yaşar Nuri’nin böyle ağzı açık, hayretle dinliyor. O enaniyet küpünün eridiğini tahmin ettim. Neticede programcı yanına geldi, ama hoca hâlâ şokta. “Hocam, nasıl buldunuz?” Hoca, o kısık sesiyle “Yahuuu ben bu kadar senedir ilâhiyat profesörüyüm, şimdiye kadar, gıybetin bu kadar mükemmel bir tarifini duymadım..” diye cevap verdi.

Ama maalesef ve maalesef, o programcı demedi ki, “Bu Said Nursî’nin, Mektubat eserindeki gıybet bahsidir.” Risale-i Nurlar’ı hep kendi ilimleriymiş gibi, kaynak, me’haz göstermeden aktardılar ya… yazık…

Yani gördünüz işte… İki koca prof. dekanın Risale-i Nurlar karşısındaki aczini… Habuki, hocalar o ilimden istifade edip, “Kur’ân’ı bu asrın anlayışına göre söyletseler” ve Müslümanları, geçmiş asırlarda bırakmasalar, şimdiye kadar çoktan, bu millet, bu İslâm âlemi düzlüğe çıkardı. Bediüzzaman Hazretleri bir taraftan bunun gayretindeyken, diğer taraftan “kamburlar, ihtiyar hocalar” ona muhalefet etmeseydi, şimdi Türkiye de, âlem-i İslâm da, hatta dünya da sulha, huzura ve saadete kavuşmuş olacaktı…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*