Neden “Parıltılar” değil de, “Lem’alar” ?

alt

İki haftalık bir inkıtadan sonra, yazamadığımız bazı yazıları da yazmak istiyoruz. Bu meyanda ilk sıraya, bizim en çok canımızı sıkan, güya, aklı sıra “risale-i nurları sadeleştirme” adı altında yapılan ve hakikatte ise, risale-i nurlara hıyanet etmek isteyenlere bir şeyler ifade eden bir yazı yazmak oldu.

1970 senesinde 17 yaşın içerisinde iken tanımıştık risale-i nurları. Ortaokul ve lisede edebiyat, kompozisyon derslerimiz hep iyi idi. Bir çok yazar ve şairi bilirdik, eserlerini okurduk. Risale-i nurları tanıdıktan sonra, ilk başlarda bize de zor geldi anlamak. Fakat ilerleyen zamanlarda üstadın bu eserlerin anlaşılmasını büyük bir meyve bahçesine benzeterek, herkesin boyunun uzandığı meyveleri koparabileceği ifadesi ile karşılaşınca, sabırla lügat yardımıyla teenni ile öğrenmeye başladık elhamdulillah. Fuzulî’lerin vs.lerin lisanı daha ağırdı. Hele üstadla aynı devirlerde şiir yazmış olan Tevfik Fikret’in şiirlerine bir bakın, bir de üstadın risale-i nurlarına.Hangisinin lisanı daha ağır? Onu bırakın, risalelerde  mektup v.s yazan üstadın bazı talebelerinin lisanı ile, üstadın kullandığı arasındaki farkı da anlarsınız.

Ama, biz bir kur’an ilmini, tefsirini öğrenecektik. Basit bir dünya ilmi değildi ki o. Ki, dünyanın basit bir ilmini öğrenmek için sabır ve sebatla devam edilirken, niye buna itiraz edelim ki? Bir tıp ilmindeki bir çok Latince kelimeler, fizik, kimya v.s gibi müsbet fenlerin hep kendi tabir ve kelimeleri yok mu? Onları öğrenmedik mi? elektrikteki; “ohm, amper, volt, wat “ın yerine niye Türkçe karşılıkları kullanılmıyor?” Direnç birimi, akım şiddeti, gerilim, güç birimi” diye. Olmuyor değil mi? ;İllâki onları o sembolleri ile ifade edeceksiniz, o bir ilimdir değil mi?

Basit bir dünya ilminde böyleyken, ahirete müteallik, kainatla irtibatlı Kur’anı-ı kerimin bu asırdaki en büyük tefsiri olan risale-i nurları niye kendi halinde, orijinal şekliyle bırakmıyoruz da, “sadeleştireceğiz” saçmalığıyla, onun esasatına ilişmeye çalışıyoruz acaba? Yapılmaya çalışılan bu işin masum olduğuna inanmıyoruz biz. Eğer, kendinizce bir çalışma yapıp, kendinize göre bir yorum yapıp,”lem’aları biz de böyle anladık”  deyip, sadeleştirmenize münasip olarak kitabınızın kapağına  “Lem’alar-Bediüzzaman Said Nursî “ değil de, “parıltılar” deyip, kendi isminizi veya isimsiz yazsaydınız ya.Hem sadeleştirme, hem sadeleştirilmemiş kitab ismi ! Bu nasıl oluyor?

Evet, biz bu arkadaşlarımızı tanırız. Onlar ve onların başı olan zat-ı muhterem üstad ve risale-i nurlardan bahsettiği zaman veya nurlardan bir yer okuyup, anlatıp, yazdıkları zaman kaynak me’haz göstermezler.O harika sözleri yeni duyanlar hayranlıkla dinlerken, ne üstadın isminden, ne de risale-i nurlardan bahsetmez, o nurları gölgelerken, bir de üstüne üstlük bizim hiç duymadığımız, “Hz. Pir” gibi şeylerle zikrederlerken, nasıl oldu da böyle birden risale-i nurlara hizmet etmek akıllarına geldi? Herkes anlasın diye sadeleştirme kahramanlığına soyundular.

Biz risaleleri tanıdıktan sonra, ibadete ait ilm-i halimizi öğrenmek için, önce A.Hamdi Akseki’nin “İslam dini” kitabını, sonra Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam ilmihalini” ve Osmanlı müellifi Mehmed Zihni efendinin “nimet-ul islamını” okuduk. Bunlardan son ikisinin lisanı, risale-i nurdan daha ağırdı. Ama bir ilim kitabıydı onlar. Anlamada zorluk da çeksek, bir ilmi araştırma yaptığımızdan dolayı hoşumuza gidiyordu. Birkaç sene önce bir yerde ilmihali bir mevzuuya bakmamız icab etti. Baktım orada büyük islam ilmihali var. Kitabı bir açtım, şaşırdım, güya sadeleştirmişler. Ama, kuşun tüylerini koparmak gibi, sanki cascavlak bir şey yapmışlar. İnanın o zaman anlamakta daha zorlandım. Bu bir ilmihal kitabıdır. Bir de kur’an tefsiri olan risale-i nurların böyle yapıldığını düşünün ! Alâmet-i farika olmuş ;Zât-ı zülcelali, Muhammed-i Arabi (asm) ı ,Kur’an-ı muciz-il beyanı, nasıl sadeleştirip, Türkçeleştireceksiniz?

Lem’alardan sonra, küçük sözleri de aynı şekilde tahrif ettiklerini duyduğumuz bu arkadaşlar, nurun has ve halis cemaatlerini, üstadın sağlığında ona hizmet etmiş talebelerini dinlemez de, bildikleri şekilde hareket ederlerse, dünyada da, ukbada da mesuliyetten kurtaulamayacaklardır.

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. sayın osman bey bu tartışmaları duyunca gogle yazdım vesizin yazınızı okudum sayın abiciğim nedir sizin bu hasediniz nedir insanlara çektirdiğiniz ben eserleri daha iyi tanımak istiyorum ve okudum yeni sadeleştirilmişini ve anladım ana temayı çok mutlu oldum ne olur bırakın hasedi de herkes işini yapsın

  2. Sayın Osman abi risaleler sizinde belirttiğiniz gibi bir Kur’an tefsiridir ama Kur’an değildir.Yani Kur’an anlaşılabilsin diye yazılmıştır.Üstat yaşadığı devir itibariyle dilde bir geçiş dönemindeymiş.Sizinde belirttiğiniz gibi o dönemin en sade dili ile yazmaya çalışmış hatta risaleler anlaşılsın diye bizzat kendisi değilmidir ki osmanlıca yazılmasın yeni harfler ile yazılsın diyen.Emin olun bu dönemde olsa idi yine bu dönemin en sade hali ile yazardı diye düşünüyorum.Üstat hazretlerini gece rüyamda gördüm Benimle ilgilenmiyordu ama yanındaydım.Esasen bir alim ile ilgileniyor onu methediyordu Meyve Bahçesi Miras şeklinde bir açıklamayı ortaya çıkardı diye.Meyve osmanlıca bahçe ve miras anladığımız dilden yazılıydı şablonun altında ama ben Meyve Bahçesi miras şeklinde okuyordum.Bir anlam veremedim ve google a meyve bahçesi miras yazdığımda yazınız ile karşılaştım.Risaleler bir miras ve bu mirası en anlaşılır ve en güzel şekli ile vermek gerek diye düşünüyorum.Orjinali bozmama konusunda hemfikirim koruyalım onu da okuyalım ama biriside çıkıp bunu aslına sadık kalarak sadeleştirmiş ise acımasızca eleştirmeyelim.Hakkınızı helal edin Selamunaleyküm.

  3. “Hiç” rumuzlu şahıs bu sadeleştirme işine üstad zamanında necip fazıl teşebbüs etmiş. sadeleştirdiği eser üstada götürülmüş. üstad bu risalei nur olmaz demiş ve karşı çıkmış.ayrıca böyle birşeye benim ismimi değil kendi ismini yazsın demiş. dolayısıyla üstad bu zamanda yaşasaydı böyle yapardı diye kafa fenerinizle verdiğin hüküm tamamen geçersizdir. ayrıca risalelerin latin alfabesi ile yazılması ile sadeleştirme aynı şey değildir. bunu anlayamıyormusunuz. “üstada aşık” rumuzlu şahıs osman bey, meseleyi gayet güzel izah etmiş. asıl sizin bediüzzamana ve risalei nura karşı hasediniz nedir? niye onu kendinize alet ediyorsunuz? Bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Mert olun biraz yahu! Düşün artık risalei nurun yakasından. Bak hocanız var, eserleri var. onlarla uğraşın, onları sadeleştirin. size kimse birşey demez. ama başkasının eserini onun ve varislerinin izni olmadın sadeleştirmeyi, üzerinde tasarrufta bulunma yetkisini size kim verdi, bu yetkiyi nereden alıyorsunuz. ama bunun hesabını vereceksiniz, hem bu dünyada, hem ahirette…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*