Nefs-i emmârenin mâhiyeti

Allah-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Yusuf’un (as) dilinden nefsin kötülükleri işlemeyi, hevâ ve hevesi doğrultusunda Allah’ın emirlerine muhâlefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yönelmek için zorladığını bildirmektedir. Şöyle ki: ”(Yusuf:) ‘Nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin merhamet edip koruduğu hariç, nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir.’”1

 

Nefis, mâhiyet bakımından maddî bedene muhâlif, ancak gül suyunun gülde, zeytinyağının zeytinde yayılması gibi bedene yayılan nûrânî, yüce, diri ve hareketli bir mahlûktur. Nefs-i insâniye kesif ve yoğun bir halde iken, pek çok mânâ ve şeyleri içine almadaki maksat sırrı itibâriyle, mânevî temizlenme ve ahlâken yükselme ile insanda bulunan bütün mânevî duyguların üzerine çıkabilmektedir.

Toprak unsuru suya, havaya ve ziyâya nispeten dahâ yoğun, katı ve karanlıklıdır. Ancak bu yoğunluk ve kesâfet, İlâhî masnûâtın ve esmâ tecellilerinin bütün nev’lerine kaynak olarak Allah tarafından ittihâz edilmiştir. Böylece toprak bütün diğer unsurların üzerinde masnûât-ı İlâhiyeye medâr ve menşe olmak cihetinde Allah’ın tecelliyât-ı esmâsına menşeliği yönüyle en üst seviyededir.

Madem toprak kesâfeti itibârı ile en câmi masnûât-ı İlâhiyeye menşe ve medâr ise, aynen öyle de “hem kesâfetli olan nefs-i insâniye; sırr-ı câmiiyet itibâriyle, tezekkî etmek şartıyla bütün letâif-i insâniyenin fevkıne çıktığı gibi…”2 izâhı da çok mânidardır.

İnsan nefsi başlangıçta toprak misâli kesâfetli ve yoğundur. Nasıl ki toprak suya, havaya ve ziyâya nispeten masnûâta menşe olmuş ise nefs-i insâniye de bu kesâfeti ile çok sırları üzerinde toplama cihetiyle insanın diğer lâtifelerinin fevkine çıkabilmektedir. Burada bütün sır, kesâfetli olan nefs-i insâniyenin tezekkî etme (mânevî temizlenme) şartıdır.

Bedîüzzamân Hazretleri “Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez. Öyleyse nefsimden başlarım” diyerek nefsi için şöyle seslenir: ”Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda, söylediğin şu söze mukabil…” diyerek nefsin mâhiyeti ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Ayrıca, Yirmi Üçüncü Söz’deki îkazların başlarında ise “Ey bedbaht nefsim… Ey şikemperver nefsim… Ey sabırsız nefsim… Ey sersem nefsim… Ey dünyaperest nefsim…”3 nidâlarında bulunur.

Evet, mâdem nefsimiz emmâredir ve devamlı kötülükleri ister. Cehl-i mürekkeb (kat kat cahillik) içinde, tembellik döşeğinde ve gaflet uykusundadır. Bedbaht, zavallı ve kötümserdir. Şikemperver, boğazına düşkün ve oburdur. Sabırsız, aceleci ve sersemdir. Dünyaperest ya’nî dünyaya taparcasına düşkündür.

Öyleyse “Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkkî eder. Hattâ, mevhum bir rubûbiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Husûsân, dünyada servet ve iktidârı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gâsıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.”4

İnsan nefsi Rabbini tanımak ve emir altına girmek istemiyor. Kendisinin hür ve serbest olduğunu telâkkî ediyor. Hatta kendine vehmî bir Rubûbiyet veriyor. Kendi keyfince, başıboş olmak istiyor. Mükâfatta en önde ve vazîfede en geride durmak istiyor. Hem nefis kendinin ne kadar çabuk zayıf ve sönmeye mâruz olduğunu ve çok çeşitli musîbetlere müptelâ olduğunu, çabuk dağılan ve bozulan et ve kemikten ibâret olduğunu da düşünmüyor.

Böylece kendisini lâyemut görüyor. Bunun için de bütün lezzetlere saldırıyor ve sınır tanımak da istemiyor. Büyük bir hırs ve şiddet ile dünyaya atılıyor. Hubb-u dünyâ ile onu arzu ediyor. Ahireti de düşünmek istemiyor. Sadece dünyadaki fânî ve geçici hazır lezzetlere müptelâ oluyor. Zehirli bal hükmünde olan lezzetli ve kendisine menfaatli olan her şeye atılıyor.

Nefis firavunâne kendisini yaratan ve besleyen Allah’ı unutuyor. Hayatının neticesini düşünmüyor. Kötü ahlâk içinde yuvarlanıp gidiyor. Nefis, insan sarayında şeytanın casus bir veziri gibi çalışıyor. En yakınımızda, bizimle berâber ve bizimle birlikte yaşıyor. Nakıs, çaresiz, cahil ve bir o kadar da süflî. Firavun meşreptir nefis. İnatçı ve bilgiçlik taslayan bir hali de vardır.

Bedîüzzamân Hazretleri Yirmi Dördüncü Söz’de nefsin mâhiyeti ile ilgili şu tespitleri de yapmıştır:

Nefis; fahre meftundur. Övünmeyi, böbürlenmeyi, büyüklenmeyi çok sever ve bunlara düşkündür.

Şöhrete müptelâdır. Herkesçe bilinmeyi, tanınmayı, şan ve şeref sahibi olmayı da çok arzular.

Methe düşkündür. Övülmeye, birinin iyi şeylerini söylemesine, senâ edilmesine ve sitâyişle kendisinden bahsedilmesine düşkündür.

Hodbinlikte bîhemtâdır. Kendini düşünmekte, kendi menfaatini ön plana çıkarmakta ve bencillikte eşsiz ve benzersizdir.

Nefis, devamlı kendini müdâfaa eder. Avukat gibi kendini savunur. Kusurunu görmek istemez. Kendine güvenir ve kendini beğenir. Kusurları kendine lâyık görmez, kendini şiddetle müdâfaa eder.

Nefis, külfet ve hizmet makâmında kendini unutur. Ücret vaktinde ise öne çıkar. Mevti düşünse başkasına verir. İyiliği kendinden bilip fahr ve ucba girer. Kusurunu, acizliğini görmez. Kendisini serbest ve bizzat mevcut bilir.

Üstad Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûrların yüzlerce yerinde ise nefsine şöyle hitap eder:

Ey methe düşkün, hodbînlikte bîhemtâ sersem nefsim! Ey bedbaht nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam! Ey nâdan nefsim, bil ki! Ey bîçare nefsim! Ey şikemperver nefsim! Ey sabırsız nefsim! Ey dünyaperest nefsim! Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Sen, ey mağrur nefsim! Sen ey riyâkâr nefsim! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim! Ey tenbel nefsim! Gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Ey kör nefsim! Ey ayıplı ve kusurlu nefsim! Ey sû-i vesveseden me’yus nefsim!

Ey feryat eden nefsim! Ya Rab! Hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle!

Dipnotlar:

1- Yusuf Sûresi 12/53

2- Sözler,2004,s:459

3- Sözler,2004,s:424

4- Mektubat,2004,s:678

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*