Neoliberaller millî devletlere düşmandırlar

sukru-bulutKarl Marx’ın ütopyasını bilmiyorum. Komünist ve sosyalist teorisyenlerin yıllarca halkı hangi hayallerle kandırmaya çalıştığını ise hiç merak etmedim. Zira çıkış noktaları dinsizlik ve insanî değerlere düşman olup İslâmiyeti hedef alınca, bu ideolojinin mahiyeti artık belliydi bizce…
Karl Popper’in millî devletlere karşı olduğunu, yalnız devletlere değil, rahatça içine girip orada ideolojisini yaymasına, millî, devletleri sömürerek tahrip etmesine engel olacak her maniaya düşmandı: Aile, şeffaf hedefli STK’lar, cemaatler, devletlerin anayasaları ve hukuk sistemleri, ordu ve emniyet teşkilâtları… Yani, yeni Marksizm’in sosyal hayatı işgalini engelleyici hiç bir engele, Neo liberalizmde müsamaha yoktu. Sivil ve yerli giysilerle girdikleri devletin damarlarında, sivil ihtilâlin önündeki engelleri kaldırırlarken; hem devrimi ve hem de değişimi kullanıyorlardı.

12 EYLÜL BİR FIRSATTI…

Tarihimizin en münafıkâne ihtilâlinin Troçkist Kemalist ittifakınca yapılmış olmasını önemsemeyenler çıkabilir… Fakat bu ihtilâlden sonra siyasal İslâm ve milliyetçi kadroların yardımıyla devleti değiştirmeye yönelen Açık Toplumcuların bizde yaptıkları tahriplerin seslerinin, 2000’lerden sonra ortaya çıkmaya başladığını artık tartışmamalıyız. Merhum Demirel, Özal’a devleti tahrip ettiğini ve bunun ise gelecek için demokrasiye ve millete büyük zararlar vereceğini söylerken; yine bugünkü gibi medyaca iğfal edilmiş halkın çoğunluğu, maalesef yenilik adına devrimleri veya tahripleri alkışlıyorlardı. 12 Eylül öncesinin cenderesini parçalamayı vaat eden Özal, yeniliğin coşkusuyla, açık toplumcuların çizdiği çerçevede devletle oynuyordu. Belki de bu günler, devletin kurumlarıyla çürümeye başladığı zamanlardır, o tarihlerde. 12 Eylül öncesinin kanuncu ve aşırı kuralcılığından istifade ile açık toplumcular, Özal’a millî devletin kapılarını açtılar veya açtırdılar. O günün hukuk düzenlemeleri, dış politikayı neoconlara kaptıran icraatları ve ülkenin dış müdahalelere açık hale getirilmesinin ilk adımlarıydı, yapılanlar.

İKİ YÜZLÜ POLİTİKALAR…

Kanaatimizce neoliberalizm, Marksizm’in nifağa bürünmesiydi. Beyanlarıyla icraatları taban tabana zıt politikaların hemen hepsi, bu felsefenin ürünüdür, kanaatimizce.

Millî kimliğimizin; Türk-İslâm sentezcilerince yavaş yavaş rafa kaldırılacağını, 12 Eylül’de kimse anlayamadı. Bu kimliğe en fazla sahip çıkması gerekenlerin vitrinde olduğu bir dönemde, neo-liberaller sessizce ve kendilerinden emince bizde çalıştılar. İkiyüzlülükte Kemalistlerle yarışabilecek karaktere sahip bu cereyanın Türk İslâm ile başlayıp siyasal İslâm ile derinleştiğini halkın anlayamaması için birçok unsur paravan olarak kullanılmış. Dinî cemaatlere bol rüşvetler dağıtılmış. Dinî yönden temayüz etmiş şahsiyetlerle, devlet özelce ilgilenmiş. Buna paralel olarak; eğitim müesseselerinden devlet kurumlarına, özel sektörden kültürel müesseselere, sokaktan dış politikaya kadar, millî değerlerin yağmalanması, itibarsızlaştırılması ve tahrip edilmesine fevkalâde köklü politikalar tatbik edilmiş, Türkiye’de… Açık Toplumcuların Türkiye’de “millî” olarak kalmasına çalıştığı yalnızca bir unsur vardır: Atatürkçülük ve ilkeleri… Veya onlar millîlikten bunu anlamışlardı… Eğitim müfredatına baktığımızda, siyasal İslâmcıların döneminde de durumun değişmediğini görüyoruz… Bilhassa sokaklarda, hastahane tabelâlarında veya özel okulların kapılarında da millîliği tedai ettiren bütün kelimelerin İngilizce ile yer değişmesi, global tahribi bu dil ile gerçekleştirmeyi hedefleyen açık toplumcuların millî kimliğe en az Marksistler kadar düşman olduklarının isbatı sayılamaz mı…

YENİDEN BİSMİLLAH…

İnşallah şu başlık altındaki manaları ileride genişçe yazacağız. Açık Toplumcuların ilk yoldaşları Marx gibi şarlatanlık ve sahtekârlık yapmasına, doğru demokrasi peşindeki halklar ve milletler artık dur diyorlar. Menfaatlerini zavallı halkların zararında arayan bu cereyanın insanlığı ve bilhassa Müslümanları daha fazla ifsat etmelerine, uyanmış insanlık müsaade etmeyecek gibi… Bunun ilk belirtileri de, neoliberallerin ellerindeki kapitali kullanarak işgal ettikleri komünikasyon devlerine milletlerin emniyetinin kalmaması… Hazırladıkları programlarla insanların mahrem bilgilerini toplayıp pazarlayan, suistimal eden, şantajlarda kullanan veya savaşların altyapılarında istimal eden neoliberal çevrelere duyulan öfkenin her geçen gün biraz daha büyüdüğünü müşahede ediyoruz. Henüz 28 yaşında iken mahiyeti deşifre edilen Mark Zuckerberg’in Budapeşteli Soros’a tam bir halef olamayacağını zaman gösterdi. İngilizlerin besleyip büyüttükleri Michail Chodorkowski de boşa yatırım yapanların ellerinde kalacak. Dünyanın en şöhretli avukatlarını görevlendirdikleri halde, Wikileaks sanığı Julian Assange hâlâ Kongo’nun Londra binasından dışarıya çıkamıyor. Daha önce haber verdiğimiz gibi, Katolik Kilisesi de alttan alta çalışmalarını hızlandırıyor. Polonya’da “ahlaksızlığa dur!“ referandumu da bunun bir gös-tergesi… Anlayacağınız; millî kimlikleri yok edip kendilerini dünyaya efendi olarak takdime çalışanların mahiyetlerini, demokratlar az çok keşfettiler… Bundan sonra çorap söküğü gibi gelecek, inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*