Nerede tükettin ömrünü?

O zor soru…
Gelir bir gün…

Bulur seni.
O zor soru…
Yorganı çekip başına, kulaklarını tıkama boşuna…
O zor soru…
Gelir bir gün…
Bulur seni.
Daha önce sesini duyamadığım saatin tik takları gibi. Duyurur sesini, o zor soru bulur seni.
Nasıl geçirdin gününü? Nerede tükettin ömrünü?
«««
Bir gün, ömrünün minyatürüdür.
Eli boş geçildi mi bir günden ötekine, hayat köprüsünün bir tahtası eksilir, bizden bir şeyler dökülür.
Yarın, yarın ve diğer yarınlar…
Şimdi çok uzaktalar, çok…
Gelmeyen her gün, gelen gün kadar kısa mıdır?
Gelmeden, bir gün kapınızı çalmadan bilemezsiniz onu.
Ölçülmez hiçbir şeyle gelecek günler.
Gelecek günler kim bilir neler getirecekler…
Hep sürprizini içinde taşıyan o günler…
Günler günleri izler…
Bir gün gelir, ömür biter.
O zor soru kapıda bekler:
Nerede tükettin ömrünü?
Daha tam bulamamışken hayat ırmağında yönünü, o zor soru yakar, yıkar gönlünü:
Nerede tükettin ömrünü?
«««
En yalın, en sade hâlidir bu insanın.
Sorgulanmaya başlayınca hayatımız, başlar öne düşer, susarız.
Çocuk gibi saflaşırız.
Geriye dönüp telâfi edecek zaman da yoktur artık.
Yeni güller derecek vakit de yoktur artık.
Tarlayı ekmenin, sürmenin zamanı çoktan geçmiştir artık…
Şimdi hasat mevsimidir.
Gün ola, harman ola…
Gün batar, çeşmeler suyunu vermez, kuşlar da dönmez.
Kararan akşamla beraber, bir gönül ürperir, inceden inceye sorguya çekilir.
Yarın o büyük divanda gerçeğine benzeyen bir sorguya…

Nerede o yalancı dostlar, sahte arkadaşlar, bir ömrü beraber yediğimiz, bir yok pahasına beraber tükettiğimiz yoldaşlar şimdi neredeler?

Belli ki herkes kendi derdinde, herkes kendi sorusunun ve sorgusunun telâşında.
Kim bilir kaç yıl kaçsak da bu sorudan, unutsak da o günü, bir gün kapımızın çalacağını biliriz.
Titrer yüreğimiz daldaki son yaprak gibi.

Niye daha önce söylemediniz ey anneler, babalar, ey nineler, dedeler, niye bizi uyarmadınız ey ağabeyler, kardeşler…

İyisin, iyisin demekle iyi olmuyor ki insan…
Yeri geldi sırtımızı sıvazladınız, yeri geldi alkışladınız…
Belli ki bunları sevdiğiniz için yaptınız.
Ama bizlere ne faydası oldu ki bunların?
O büyük sırrı hem bizden hem de kendinizden sakladınız.
Değer miydi?
Hayatın sorusuna hazır ol demeliydiniz.
Niye demediniz, niye söylemediniz?
Siz de bir gün o soruya muhatap olacağınıza göre niye demediniz, niye söylemediniz?
Belki küçüktük, kıyamadınız; sonra büyüdük, hiç diyemediniz…
Her iki hâlde de bize yazık ettiniz.
Şefkatinizi yanlış yerde kullandınız.

Doğrular, doğru yerde ve doğru zamanda söylenmeyince, yapılması gereken ikazlar gerekli yerde ve yaşta yapılmayınca, gençliğimizin hayat suyu, boş yere akıp gidiyor işte…

Sanıyoruz ki hayat hiç bitmeyecek.
Değirmen boşa dönüyor. Boşa dönen taşlar ise birbirini yiyor.
Ömrün gayesiz geçen her günü, ebedî hayatımızdan kim bilir neler yiyor, neler götürüyor…
Değirmen hâlâ dönüyor, hem de boşa dönüyor.
Yok mu bir avuç buğdayımız, iki taşın arasında un edecek azığımız yok mu?
Gününü gün edenler, bugünü dün ederler.
Birbirine benzemeye başladıysa günler, tehlikelidirler, hem de çok tehlikeli.
Hayat sinyal veriyor, duyan yok, gören yok.
Gemi hızla yol alıyor kayalıklara doğru. Dümende kaptan yok.
Tayfalardan birkaçı bağırsa da nafile… O ses yetmez uyandırmaya.
Kaptan denen o gafile yetmez o ses.
Nefs ve şeytan almışlar onu bir çembere.
Duymak çok uzak, görmek ondan çok uzak. Çarpınca, kayalara vurunca gemi, belki o zaman, ancak o zaman uyanacak.
«««
Hayat bir gemi.
Akıl yelkeni, fikir dümeni
Kullan gemini, göreyim seni…
«««
Bir yerde bir değişiklik olacak. Bekliyoruz öylesine, bir şey yapmadan.
Unumuzu elemeden eleğimizi asmışız.
Hesap kitap yok sanmışız, kıymışız.
Hep beraber bir ömre, yazık etmişiz.
Koşuyor insanlar. Nereye? Soran yok.
Yanlış yoldaysan koşmanın sana faydası ne? Soran yok. Uyandıran yok.
Yanlışlar sis gibi kaplamış her yeri.
Ne duygu, ne his… Bitmiş sanki hepsi…
Bir rüya gibi sanki?
Kalbini bir yoklasa insan, son bir hamle gücü belki yine orada var, yine oradan başlayacak.
Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi.
Bu bir tekerlemeydi, bitti.
Sattık ömrümüzü, verdik yele…
Peki, şimdi ne geçti ele?
Ömrü verdik yabana.
Hem de bir hiç uğruna.
Şimdi o zor soru kapıda.
Çınlıyor başımda:
Nerede tükettin ömrünü?
Küçük bir çocuk gibi kalbimiz şimdi…
Anasız, babasız, yarsız ve arkadaşsız, tam da orta yerde, bir başına, şaşkın ve ümitsiz.

“Sakın ola ki Allah’tan ümidinizi kesmeyiniz.” fermanı da olmasa, ne yapardık, ne ederdik, hâlimiz nice olurdu?
«««
Haydi, şu demde, şu son günde ve şu son nefeste, iyi şeyler yapalım. İyilerin içinden en iyisini yapalım. Rabbimizden af dileyip tövbe edelim.

Yâ Rab biz tükettik ömrümüzü, bitirdik, yitirdik yolumuzu.
Dallarımız kurudu, köklerimiz de öyle.
Bize bir bahar daha nasip eyle.
Yürüsün damarlarımızdan tâ en uç dallarına kadar hayat veren özsular.
Yine bu ömür ağacının yaprakları yeşersin, meyveye dursun.
Binlerce kuşa yuva olsun.
Varsın nefsin ve şeytanın oyununda bir tükenmişliği yaşarken tek başına kalmış olalım.
Seninle olan yalnız olmaz.
Varsın, Sen varsın ya Rabbim, başkaları olmasa da, bilmese de ne gam…
Bizi bilen BİR Sensin. Aczimizi gören, zaafımızı bilen BİR Sensin.
«««
Geçen gün küçük bir çocuk camide dedesine:
“Dede, Allah nerede?” diye sordu.
Dedesi:
“Allah her yerde yavrum, her yerde.” dedi.
Ufaklık aradığı cevabı bulmuştu.
Onunla beraber ben de sevindim bu cevaba.

Masumane bir soruya karşı masumane bir cevapla, bildiğimizi sandığımız şeyleri yeniden bilmek, yeniden düşünmek ne güzel…
«««
Nerede tükettin ömrünü?
Soru zor, ama bundan sonrası için bir intibah, bir uyanış nasip eyle yâ Rab, affeyle yâ Rab!
Bunca ölmüşler içinde yeniden dirilişler, yeniden uyanışlar nasip eyle.

Her yeni doğan gün gibi, her bahar açan çiçekler gibi, çiçeklerin arasında uçuşan kelebekler gibi, ömre yeniden “Bismillah” ile bir başlayış nasip eyle.

Meccanen bize verdiğin bu hayat gibi, meccanen de bizleri affeyle yâ Rab!

Bu soruya muhatap olacağımız o gün uzakta değil.
O büyük günü de gözümüzün önünde bulundurmak şuuruyla yaşamayı nasip eyle.

Eğer ki, ömrümüzden geriye bir gün, belki bir an kaldıysa, şu andan itibaren o bir ânı da ebedî bir an eyle yâ Rab!

Duâsı geri çevrilmeyen en has ve en mübarek kulunun diliyle, o sesin ve o kalbin duâsı hürmetine bizleri de affeyle yâ Rab, meccanen affeyle.

Haddim değil, ama ümidim var. O mukaddes kitabından bir sayfa açıp Rabbim, âyetlerin hâlimize ne diyor diye baktım. İsra Sûresi’nin 25. âyeti çıktı:

“İçinizde olanı en iyi Rabbiniz bilir. Eğer siz iyi kimseler olursanız, hiç kuşkusuz O da kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır.” buyuruyorsun.

Mülk Senin, hayat Senin, söz Senin. Bizdeki bu emanetini dökmeden, dağıtmadan Sana ulaştırmayı, o zor sorunun cevabını kolay vermeyi nasip eyle yâ Rab!

O andan itibaren yepyeni bir sayfa açarak, ömrümüze yeniden başlamayı nasip eyle…

Âmin.
Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Allah’ım, önce gönlümüzü duâya meylettirirsin. Sonra da duâların karşılığını verirsin.” (Mesnevî, cilt. 4, 3500)
Rabbimize sonsuza kadar hamd olsun.
Resûl-i Ekrem’e (asm) ve âl ve ashabına sonsuza kadar salât-u selâm olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*