Neşriyatıyla elli, fikriyatıyla yüz yıllık gazete

Gazetemiz yönetim kurulu başkanı sayın İzzet Atik’in 25 Şubat tarihli gazetemizdeki beyanatını okuyunca, ister istemez nazarımız, “Eski Said Dönemi Eserleri”ne odaklanıyor. Çünkü Atik, o beyanatında şu görüşe yer veriyordu:
“Gazetemizi 1970’le sınırlamamak lâzım. Başyazarımız Üstad Bediüzzaman Said Nursî bildiğimiz kadarıyla 1900’lerin başında çıkan gazetelerde yazı yazıyordu. Aslında Yeni Asya’nın ömrü 100 yıl. Üstad’ın meşrûtiyetin son döneminde yaşadığı halleri de hesaba katarsak, arada kesik dönemler var, fakat özellikle 1920 ve 1940’lara kadar Türkiye’de bir kapalı dönem var. Bu dönemi hesap etmezsek, Yeni Asya’nın, Üstad’ı merkeze koyduğumuzda 100 yıllık bir geçmişi var. Bizim bugün durduğumuz yer Üstad’ın söylediği hakikatlerin merkezi.”

Evet, Üstad Said Nursî, Kur’ân’a ve Resulullah’a (asm) dayandıran fikriyatını 1908’lerden itibaren İstanbul’da gazeteler vasıtasıyla duyurmaya çalışıyor, bu mânadaki gazeteyi de “mürebbi-i efkâr” olarak tavsif ediyordu.

Gazetelerdeki makaleleriyle, Kur’ân’ın kudsî kanun-u esasîsinin vaz’ ve tatbikinin millet-i İslâmiyeye iki cihanın saadetini kazandırıp hakikî kemalât ve terakkiye medar olacağını haykırıyordu.

“Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım” diyordu.

Önceki yıl, “Bu gazete tam da o gazetedir” başlıklı makalemizde; yüz yılı aşkın zaman öncesinde Üstad’ın,  “mürebbi-i efkâr” olarak tarif ettiği gazetenin bugün Yeni Asya olduğunu işlemeye çalışmıştık. Hatta sayın Güleçyüz bunu bir scope yayınına da konu yapmıştı.

Orada Üstad, hamallara hitabında şöyle diyor:

“Sizin kalbinizde bu fikri ekiyorum. Zira kalbiniz hâli ve bozulmamıştır. (..) Kulak istemem, kalble dinleyiniz.”

Devamında; “Bundan maada bizim üç düşmanımız var, bizi mahvediyor” dedikten sonra, düşman olarak cahilliği ikinci sıraya koyuyor. “İkincisi, cehl.” diyor. Cahilliğe delil olarak da; “Bu kırk binde kırk nefer, mürebbi-i efkârî olan gazeteyi bu zaman-ı terakkide okuyamaması”nı gösteriyor. Biz de, “ihsan-ı İlâhî tarafından omuzumuza konulan kudsî dâvânın hamalı isek, Üstad’ın hamallara hitabını üzerimize alarak kalbimizle kulak verelim. Yerinden okuyarak tamamına, burada ise bu kadarına kalbimizi açalım:

“Bu kırk binde kırk nefer mürebbî-i efkâr olan gazeteyi bu zaman-ı terakkide okuyamamasıyla müsbittir” sözünde “müsbit” olan, hem de Üstadça tesbit edilmiş olan nedir? Cahilliktir! Nasıl yani, bu kudsî dâvânın hamalları için de mi? Evet!

Çünkü buradaki cehalet dinî-imanî mânadaki cehalet değil; Risale-i Nur hakikatlerinin içtimaî-siyasî hayata yansımasıyla da okunur-görünür kılınmasıdır ki, ekseriyetin bu alanda yanlış vaziyet almasından içtimaî derslerdeki cehlimiz ortaya çıkıyor. Risale-i Nur’un içtimaî derslerini dikkatle ve anlayarak okuyup dinlemeyen, gazetemizi almayan veya alıp da okumayan bir kardeşimizden, içtimaî ve siyasî hayata isabetli bakış beklemek beyhudedir. Çünkü onun bu sahada fikrî altyapısı yoktur, fikir egzersizinden mahrumdur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*