Nevrûz nedir, ne değildir

Asıl Nevrûz Bayramı günü bugündür. 21 Mart’a denk düşen Nevrûz, sadece Anadolu’da değil, Orta Şark’tan tâ Orta Asya’nın iç bölgelerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada çok geniş bir halk kitlesi tarafından asırlardan beri “Bahar Bayramı” olarak türlü şenliklerle kutlana gelmektedir.

Başka bir niyet, kasıt, yahut yönlendirme olmadığı takdirde, Nevrûz (yeni gün), şu güzelim mânâları içinde barındırır: Baharın başlangıcı. Zeminin tebessümü. Mahlukatın bayramı. Şenlik günü. Ağaçların, bitkilerin çiçek açmaya, neşv û nemâya başlaması. Karların erimeye, suların çağlamaya, çağlayanların coşmaya başladığı mevsim. Vesâire…

Meseleye neresinden bakılırsa bakılsın, Nevrûz hoş, güzel, sevimli, coşkulu mânâlara tekabül eder.
Dahası, Nevrûz yüz yıllar boyu hep bu mânâ paralelinde kutlanıp idrak edilmiş.

Fakat ne gariptir ki, son yirmi–otuz yıllık zaman zarfında, Nevrûz Türkiye’de bir başka türlü kutlanmaya başladı. Yer yer hakikî mânâsından tamamıyla saptırılarak…

Tıpkı, geçtiğimiz Pazar (18 Mart) günü Diyarbakır ve İstanbul Kazlıçeşme’de (Kezâ, bir gün sonra İstanbul Eyüp’te) olduğu gibi…

Tasrih etmekte fayda var: Eyüpsultan’daki programda baştan sonra oyun, gösteri, şenlik vardı; ancak, diğerlerine maalesef kan ve şeddet karıştı. Ortalık adeta savaş alanına çevrildi.

Milletin müşterek malına büyük zarar verildi. Hepimizin kullandığı otobüsler (40 kadar), metrobüsler, tramvaylar taşlandı, turnikeler parçalandı, evlerin, arabaların, hatta yolcular için yapılan durakların camları dahi paramparça edildi.

Sebep ve gerekçe ne olursa olsun, bu mel’ânetin sergilenmesine rahmet değil, lânet okunur ancak.
Devlete güç yetiremeyenler, vargücüyle milletin malını, rahatını, huzurunu tahribe yöneldiler.

Peki, insanlık bunun neresinde?
Bu yapılanların Kürtlükle zerrece bir alâkası var mı?
Vatandaşlık bu mudur?
Kürt vatandaşlar da o durakları, o toplu ulaşım vasıtalarını kullanmıyor mu?
Patlayıcı operasyonları yapılmayıp, tâ günler öncesinden güvenlik tedbirleri alınmasaydı, kim bilir daha neler olacaktı, neler.
* * *
BDP–PKK karma cephesi, Nevrûz kutlaması adı altında, 18 Mart gününde büyük şehirlerde büyük gösteriler yapmak istedi. Bunun için de, izin talebinde bulunuldu. Ne var ki, izin verilmedi.

Belki verilebilirdi; ancak, niçin izin verilmediği hususu, bizce meçhûl. Zira, “hikmet–i hükûmet”i tam olarak bilemiyoruz.

Velev ki toplantı izninin verilmemesi bir haksızlık olsa bile, bu durum yine de etrafın yakılıp yıkılarak daha büyük bir haksızlığın sergilenmesine gerekçe olamaz ve olmamalı.
* * *
Bu arada, “Nevrûz günü değildir” gerekçesiyle, 18 Mart tarihli Kazlıçeşme’deki toplantıya yasak koyarak, bir gün sonra Eyüpsultan’daki programa izin verilmesinin de bir çifte standart uygulaması olduğunu belirtmekte fayda var.

Yine de, bu gibi hadiselerde geçerli mantığın ve doğru bakış açısının şu olduğuna, yahut olması gerektiğine inanıyoruz: Bir haksızlığa bir başka haksızlıkla mukabele edilmez. Bir yanlışlık, bir başka yanlışlıkla telâfi edilmeye çalışılmaz.

Bu çerçeveden bakınca, şunu söylemek mümkün: Türkiye’de hürriyet ve demokrasi, lâyıkıyla işlemiyor veya işletilemiyor. Aynı şekilde, temel insan haklarının işleyişinde ciddî sıkıntılar var.

Şayet, asıl maksadımız hürriyetin, demokrasinin, insan haklarının önünü açmak, sıkıntıları gidermek ise, bunun yolunun yine “müsbet hareket” metodundan geçtiğine inanmak durumundayız.

Böyle yapmayıp, her fırsatta kuvvete, şiddete başvurduğumuz takdirde, sıkıntıların daha da artacağını, meselenin daha da düğümlenir bir hale geleceğini unutmamalıyız.

Velhâsıl, bu vatanda yaşayan insanlar olarak, hepimizin çok çetin bir “samimiyet testi”nden geçtiğimizi bilmemiz gerekiyor. İşlerin daha iyiye mi, yoksa daha da kötüye mi gitmesinden yanayız? Bu hayatî suâlin cevabını aklımızla, vicdanımızla vermek durumundayız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*