Nevruz

Bediüzzaman, eserlerinde nevruzu bir bahar bayramı olarak zikrediyor. Meselâ yeryüzünün her baharda yeniden dirilişine dikkatimizi çeken Kur’ân âyetinden yola çıkarak telif ettiği Haşir Risalesi’nde şöyle diyor:

“Gel, bugün nevruz-u sultanîdir. Bir tebeddülât (değişim) olacak, acip işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahraya inip bir seyran ederiz (gezeriz).”

Altındaki “haşiye”de de şunları yazıyor:

“Meselâ nevruz günü bahar mevsimine işarettir; çiçekli, yeşil sahra ise bahar mevsimindeki rû-yi zemindir (yeryüzüdür).” (Sözler, s. 93-4)

Şubat’ın sonu ile Mart’ın başı arasında, önce havaya, sonra suya, sonra toprağa düştüğüne inanılan cemrelerin ardından gelen nevruz günü, baharın en güçlü müjdecilerinden sayılıyor.

Mayıs’ın ilk haftasındaki hıdrellezde ise, bahar bütün güzellikleriyle hissedilip yaşanıyor.
Ailelerin o günü mesire yerlerine gidip pikniğe çıkarak değerlendirmeleri, yaygın bir gelenek.

Ve bizim kültürümüzde, Hızır ve İlyas Aleyhisselâmların buluştuğu gün olduğuna da inanılan hıdrellezin yeri, nevruzdan daha yaygın.
Bunda, baharın habercisi olarak görülse de nevruzda havanın hâlâ soğuk olması da etkili.

Ama netice olarak nevruz da bahar bayramı.

Ama bir süredir bu gün siyasî ve ideolojik bir kutuplaşma, inatlaşma ve çatışmanın odağı haline getirilmiş durumda. Bunun birinci sebebi, Kürt siyasetinin nevruzu ideolojik bir tavırla sahiplenmesi, hattâ “demirci Kawa” gibi efsanelerle “devrimci-isyancı” bir renge büründürmesi.

İkincisi ise, buna karşı devletin, aynı gün için “Orta Asya’daki Türk kavimlerince asırlardır kutlanagelen bir bayram” keşfinde bulunarak, “Türkçü” bir yaklaşımla nevruza sahip çıkması.

Eğer terör irtibatlı Kürt siyaseti nevruzu “isyan ateşi”nin simgesi yaparak kutlamaya başlamasaydı, devlet bu günün aslında bir “Türk bayramı” olduğunu hatırlar mıydı; bilemiyoruz.

Ama neticede nevruz bir “yarı resmî” bayram olarak kutlanır hale geldi. Bir cenah bu günde “isyan ateşleri” yakarken, diğer cenah yakılan ateşleri, koca koca devlet erkânının, üzerlerinden atlarken poz verdikleri bir eğlence konusu yaptı.

Sonuçta nevruz, insanlardaki bahar coşkusunu ve “yaşama sevinci”ni güçlendiren bir şükür vesilesi, bir barış ve huzur sembolü olmaktan çıkarılıp, adeta bir nefret, intikam, kavga, çatışma, kin, isyan ve savaş simgesine dönüştürüldü.

Geçtiğimiz Pazar İstanbul’da olduğu gibi.

“Nevruzu kutlayacağız” diye yollara ve meydanlara dökülerek, içinde yolcu taşıyan metrobüsleri taş yağmuruna tutmanın, durakları ve işyerlerini tahrip etmenin, hem de bahar bayramı gününde ağaçları ateşe vermenin akıl, vicdan ve insanlıkla izah edilebilecek bir tarafı var mı?

Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz yıllardaki 1 Mayıs’lardan birinde yine olaylar çıkmış, polis-eylemci kovalamacaları yaşanmış ve bir protestocu hıncını baharın en güzel simgeleri olan çiçekleri acımasızca tahrip ederek çıkarmıştı.

Bahara dahi düşman bir psikoloji nasıl oluşabiliyor; doğrusu çok iyi tahlili gereken bir konu.
Peki, nevruz olaylarında bir kişinin ölmesine, pek çok kişinin de yaralanmasına ne demek lâzım? Bu kanlı tablo, nevruzun simgelediği güzelliklerle bağdaştırılabilir mi? Yazık değil mi?

Tabiî, burada devlete de bir pasaj açılmalı.
Bu olaylar niye çıktı ve neden bu boyutlara ulaştı? Eylemcilere ve BDP’lilere göre, izin verilmediği için. İzin verilseydi bu çatışmalar, itiş-kakışlar olmaz mıydı? Bunu kestirmek zor. Hele ne olursa olsun “hır” çıkarmaya kararlı görünen ve eylemleri “isyan provası” olarak yorumlanan kimi yüzü maskeli eylemcilere bakıldığında…

Ama böyleleri, daha önceki izin verilmeyen 1 Mayıs eylemlerinde de boy gösteriyorlardı. Ama geçen yıl Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarına izin verildi, gerekli tedbirler alındı ve kayda değer bir olay çıkmadan, kazasız belâsız dağılındı.

Aynı şey nevruz için de yapılamaz mıydı?
Niye o tahribata adeta çanak tutuldu?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*