Neyi ondan (asm) öğrenmedik ki?

Bin dört yüz yıl evvel bir Nebî geldi,
Parmağıyla Ay’ı ikiye böldü,
Yıldızlara bastı, arşa yükseldi,
Ayda yürümeyi hüner mi sandın?

Nisan ayının on dördünde başlayan Kutlu Doğum Haftası faaliyetleri sona erdi, ama Kutlu Doğum devam ediyor. Zira kâinatta her an yeni bir doğum gerçekleşiyor. Yeni bir hayat başlıyor. Her doğum ise, bize onu (asm) hatırlatıyor. Şayet o (asm) olmasaydı, ne tohum olacaktı, ne çekirdek, ne bir damla su, ne ışık, ne toprak. Ne kâinat olacaktı, ne zaman, ne mekân. Çünkü onun (asm) mübarek ruhu idi ilk yaratılan. Âlemler halk olundu onun (asm) nurundan.

O nur, kâinattan önce yaratılmıştı. Kâinatın onu (asm) misafir edecek olgunluğa eriştiği bir zamanda ve insanlığın ona (asm) en çok muhtaç olduğu bir anda âlemlere rahmet olarak doğacaktı.

Sonunda kâinat onu (asm) karşılamaya hazır hale gelmişti. Ama aradan çok uzun bir zaman dilimi geçtiği için dünya da oldukça yaşlanmıştı. Zira bu zamana kadar dünyanın başından çok olaylar geçmiş, çok musîbetlere maruz kalmıştı. Bağrında barındırdığı insanlar isyana ve inkâra kalkışmış, kendilerini hidayete dâvet edenleri dinlemeyip helâket ve felâketlere maruz kalmışlardı. Bu yüzden bazı kavimler ateşle, bazıları tufanla, bazıları da yerin dibine batmakla inkâr ve isyanlarının cezasını dünyada bile çekmişlerdi.

Başından bu kadar felâketler geçen dünya da yorulmuş, yıpranmış ve ihtiyarlamıştı. Bahar ve yaz mevsimi geride kalmış, mevsim güze dönmüştü. Vakit ikindi olmuş, dünyanın ömür güneşi gurûba yaklaşmıştı.

Yorgun ve ihtiyar dünya, âhir ömründe rahat etmek istiyor, sükûnet istiyor, huzur istiyor, saadet ve selâmet istiyordu. Ama bağrında barındırdığı misafirleri buna müsaade etmiyordu. İnsanlık yine yolunu şaşırmış, hakkın yerini kuvvet, sevginin yerini husûmet, kardeşliğin yerini adavet almıştı. Dünya tam bir karanlığa gömülmüş, insanlık sükût etmişti. Dünya şiddetli bir sancı ile kıvranıyordu. Ama bu sancı, âlemlere rahmet olarak doğacak olan Rahmet Peygamberinin (asm) doğum sancısıydı.

Nihayet beklenen gün geldi, dünyaya bir haller oldu. Yıkılmaz olarak bilinen Kisra’nın sarayının on dört burcu birden yıkıldı. Çünkü Rahmet burcundan hidayet güneşi doğuyordu. Mecusilerin bin seneden beri yanan ateşi sönmüştü. Zira insanlığın ateşe değil, nura ihtiyacı vardı. O Nur ise, o gün kâinatın kalbine doğmuştu. Mukaddes sayılan Save Gölü o gece kurudu. Artık Rahmet Peygamberi (asm) gelmiş, onun (asm) rahmeti yeri ve göğü kaplamıştı. Derya gelmiş, damlaya ihtiyaç kalmamıştı.

Onun (asm) hatırı için yaratılan kâinat, onun (asm) gelişi ile kendine geldi. İhtiyar dünyanın yüzü güldü. Kâinat yeniden doğdu, dünya yeniden dünyaya geldi. İnsanlık tarihinde yeni bir hayat sayfası açıldı. Bu sayfa bembeyaz, tertemiz ve nurlu bir sayfaydı. Vahşet ve cehalet sayfası kapanmış, saadet sayfası açılmıştı. Onun (asm) yaşadığı zaman dilimine “Asr-ı Saadet” adı verilmişti.

Onun (asm) doğumu ile dünya büyük bir değişim sürecine girdi. Dünyada görülmemiş ve ondan (asm) sonra da görülmeyecek olan bir inkılâp yaşandı. Hz. Muhammed Aleyhissetü Vesselâm, âdetlerinde mutaassıp, en inatçı ve vahşî kavimlerin vahşî âdetlerini birden ortadan kaldırarak onları en güzel ahlâk ile teçhiz edip âleme muallim ve medenî milletlere üstad eyledi. En yüksek ahlâkî değerleri, insanların dem ve damarlarına karışmış derecede ders verip onları kemâlâtın göklerine yükseltti.

Onun (asm) için bugün insanlık bütün insânî ve medenî değerlerini ona (asm) borçludur. İyi ve güzel olan ne varsa, ondan (asm) öğrenmiştir. Hürriyet, adalet, merhamet, şefkat, muhabbet, ilim ve marifet gibi bütün güzel hasletler, onun (asm) mirasıdır.

Bu seneki Kutlu Doğum Haftasının öne çıkan sloganı, “Kardeşliği ondan (asm) öğrendik” şeklindeydi. Onun (asm) getirdiklerine ve öğrettiklerine baktığımız zaman, “Neyi ondan (asm) öğrenmedik ki?” demek geliyor içimden.

Hz. Muhammed Aleyhisselatü Vesselâm, Kâinatın Efendisi, kalplerin sevgilisi, nefislerin terbiyecisi, ruhların sultanı, akılların muallimi olarak dünyaya geldi. O olmasaydı, kâinat manasız bir kitaptan, nakışları görünmeyen bir resimden, yazıları okunmayan bir mektuptan ibaret kalacaktı. Dünya, karanlıkta kalan ve hiçbir ziyneti görünmeyen bir saray olacaktı. Hidayet Güneşi’nin doğmasıyla bu saraydaki sanatlar görünür oldu.

O (asm) kalplere doğdu, gönüllere doğdu. En güzel sözler onun (asm) için, içli şiirler onun (asm) için yazıldı. Ondan (asm) söz edenlerin sözleri güzelleşti. Onun (asm) için Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i (Vesiletü’n-Necat/Kurtuluş Vesilesi) 600 yıldan beri şevkle okunmakta, huşû ile dinlenmektedir.

Onun (asm) adı her yerde hürmetle, rahmetle ve salâvatla anılır. Bastığı toprakları öpebilmek, yaşadığı mekânları görebilmek, onun (asm) yolunda ölebilmek mü’minler için en büyük saadet kabul edilir.

Medine-i Münevvere’nin göründüğü bir yerde, ayaklarını uzatıp yatanları bile ikaz eden Nâbi, onlara şöyle seslenir:

“Sakın terk-i edebden, kuy-i Mahbub-i Hüdadır bu,
Nazargâh-ı İlâhîdir, Makam-ı Mustafadır bu”.
Cemil Mevsimi adında bir Peygamber âşığı da, evlâtlarına şöyle bir vasiyette bulunur: “Ben ölünce mümkün olduğu kadar Resulullah’ın (asm) yakınlarına bir yere defnedin. Mezar taşıma da Kehf Sûresi 18. âyetini yazdırın” der. Bu âyetin meâli ise şu şekildedir: “Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttalî olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.”

Yazımızı büyük şair Ali Ulvî Kurucu’nun şu mısraları ile bitirelim:

“Kıtmirinem ey Şah-ı Resûl, kovma kapından,
Âsilere lütfun yüce fermandır Efendim.”
Rabbim bütün ehl-i imanı onun (asm) şefaatine nail eylesin. Amin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*