Neyin eğitimi?

Eğitim konusunda devamlı gündemi işgal eden husus şunlardır: Başarıyı arttırmak. Öğretmen açığını kapatmak. İhtiyaç duyulan okul, sınıf, ders araç ve malzemelerini temin etmek.

Hatta, okul müştemilatının tamiri, boya badana ve sair gibi ikinci. Üçüncü, beşinci sıradaki işler. Asıl olan konu ise, neyin eğimi, bugünkü eğitimin maksadının ne olduğu, vatana ve millete ne kazandırdığıdır. Maalesef hiçbir zaman bu konu üzerinde ciddi ve samimi olarak durulmamıştır.

Zaman zaman yapılan Milli Eğitim Şuralarında alınan kararlarla, mevcut sisteme göre geçici bazı iyileştirmeler yapılmıştır. Ama asıl meselenin özüne inilmemiştir. Peki, gelinen nokta nedir? Günümüzde öğretmenlerin ve eğitim idarecilerinin dövüldüğüne ve hatta öldürüldüğüne şahit oluyoruz. Ayrıca, ahlâksızlığın ve zararlı alışkanlıkların ilkokul seviyesine kadar indiği de bir gerçek. Bu gibi feci ve elim hadiselerin biricik kaynağı, halihazırdaki çarpık eğitim sistemidir.

Bu sistem, asırlarca dünyaya örnek insanlar ve örnek toplumlar yetiştirmiş olan an’anemizden (inanç, örf ve adetlerimizden) soyutlanmış, yozlaştırılmış olan bir eğitim sistemidir. Ataların, “besmelesiz eğitim” diye tarif ettikleri ve din, ahlâk ve maneviyattan yoksun olan bu eğitim sisteminin o kadar çarpık yanları var ki, saymakla bitmez. Şüphesiz ki bu sistem birdenbire ortaya çıkmamıştır. Esas felsefesi din, ahlâk ve maneviyat düşmanlığına dayanan bu sistem, “Kalkınan ülkelere yetişmek ve modern eğitim” bahaneleriyle halkı dinden ve maneviyattan uzaklaştırma politikasına dayanmaktadır.

Asırlarca tatbik edilen kendi öz terbiye sistemimizde hiçbir zaman bir talebenin herhangi bir hocayı dövdüğü, öldürdüğü, hatta ona karşı geldiği dahi görülmemiştir. Ayrıca, istatistiklere göre İslâm terbiye sisteminin tatbik edildiği devirlerde hapishanelerdeki hükümlülerin % 90’ının cahil, % 10’unun okur–yazar olduğu tespit edilmiştir. Günümüzde ise hükümlülerin % 90’ından fazlasının okur–yazar olduğu görülüyor. Bu ve diğer bir çok hususlar mukayese edildiğinde, her iki terbiye sisteminin aralarındaki -uçurum denecek kadar- farklılıklar açıkça görülecektir.

Zamanımızın en büyük alimi ve en büyük terbiyecisi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri (r.a), 1940’larda Adalet Bakanı ve Risale-i Nurla alâkadar olan mahkemelerin hâkimlerine hitaben yaptığı müdafaasındaki şu mühim tesbiti, bu talihsiz gelişmeyi tam olarak aydınlatmaktadır:

“ (…..) Evet, hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimâiyede (toplum ahlakında) ve dinde ve seciye-i millîyede (dîni ve milli ahlâkta) bir derece lâubâlilik (önemseme, gevşeklik) göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, mâmuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, (gelecek nesli) seciye-i dîniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz (…..) Evet, eski Terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslâmiyeye (İslâmi ve milli örf ve adetlere) karşı yüzde elli lakaydlık (ilgisizlik) gösterildiği halde, elli sene sonra, yüzde doksan nefs-i emareye tabi olup (nefsin meşru olmayan arzularının peşinden gidip) millet ve vatanı anarşiliğe (bozgunculuğa) sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi, (…..)” (Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s., 20)

Naci Tepir

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*