Niçin her asra bir müceddid?

“Zamanların tebeddülüyle füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabii birşeydir. Evet, mevasim-i erbaada [dört mevsimde] tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Meselâ, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar veya kışın güzel tesiri olan bir ilâcın yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik, kalb ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.”1

Evet, her çağın, her zamanın bir hükmü, her devrin kendisine has bir damgası vardır. Şu halde, sosyal ve manevi sahanın da kendine özgü bir metodu, farklı bir üslubu, bir mesleği ve meşrebi olmalıdır. İslâm hakikatleri donuk değil; bilakis gelişme istidadındadır. Yeni durum, oluşum ve gelişmelere karşı vaziyet alır. İslâmiyet yeniler ve yenilenir:
“Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir”2 hadisi buna işaret eder. Her asırda müceddidlerin gelmesi ve müçtehidlerin varlığı; farklılığı, yenilenmeyi, değişimi, gelişimi ifade eder.
Bu zaviyeden baktığımızda, her müceddid temelde aynı, fakat teferruâtta farklıdır. Yani, hizmet stratejisi, üslûbu, metodu, meslek ve meşrepte farklı yaklaşımlar sergiler. Bu, gayet fıtrî ve tabiîdir. Eğer aynı üslubu, aynı metodu, aynı meslek ve meşrebi tekrarlayacak idiyseler, “tecdid/yenileme” ne ifade ederdi ki?
Günümüzde fen (astro-fizik, mikrokimya, genetik vs.), sosyal, mânevî ilimler dallanıp-budaklanmış, teknoloji harikası vasıtalar başdöndürücü bir sürat kazanmıştır. Sosyal hayat ve anlayışlar ise fevkalade genişlik ve değişim içindedir. Psiko-sosyal hastalıklar da çeşitlenmiş, derinleşmiştir.
Eski çağın ilmî seviyesi, doneleri ve vasıtalarıyla hedefe ulaşmak imkânsız değilse de çok zor. O dönemlerin ulaşım ve nakliye araçları olan kağnı, at arabası, faytonu kullanmadığımız gibi; sosyal hayatta ve manevi sahada da eski devirlerin irşad, tebliğ metotlarını kullanmayız. Çağın şartlarına uygun metotlar gerekir. İşte rûhî (psiko-biyo-fizyolojik) gelişim ve nefis terbiyesinde de, buna paralel bir üslup ve metot takip edilmesi kaçınılmaz.
İşte, Allah’ın merhametinin bir eseri olarak her yüz senede bir gelen müceddidler, bunu gerçekleştirirler. İslâmı bu açılardan tecdid ederler. M. Akif’in ifadesiyle, ilhamı Kur’ân’dan alıp, İslâm’ı asrın idrakine sunarlar.
Bediüzzaman da, Kur’ân’dan ilhamla telif ettiği Risale-i Nur eserleriyle bu manaya mazhar olmuştur.
Yarın devam edelim inşaallah.

Dipnotlar:

1- İşaratü’l-İ’câz, s. 32
2- Ebû Dâvûd, Melâhim, 1.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*