Niyet-iman bağlantısı

Düşündüğümüz gibi inanır veya inandığımız gibi düşünür ve kendimizi öyle programlarız. Hedeflerimizi ise, niyetlerimizle mayalar, yoğururuz. Niyetlerimizi, iman gücü ile beslersek işlerimizde harika sonuçlar alabiliriz.

Meselâ, atomlar sayısınca sevap kazanmak istiyoruz. Bunu ömrümüz boyunca, gece-gündüz “kıyamda (ayakta), rükûda, secdede, tahiyyatta” dursak, otursak bile başaramayız.

Ancak, gerçek bir iman gücü ve halis bir niyetle onlara sahip olmanın püf noktasını yakalayabiliriz.
Niyet, bir tohum gibidir. Rezzak, Gânî, Cevad, Kerim, Muhsin (sonsuz zengin, cömert, ikram ve ihsan sahibi) gibi İlâhî isim ve sıfatların tecelligâhlarına ekilir. Diğer şartlara da uyarsak yeşerir ve meyve verir. Biz ekeriz, O ise, bire on, bire yüz, bire bin verir.
Ağzımızdan çıkan mübarek kelimelerin havadaki yansımaları ihlâs ve doğru niyetle hayat bulur, canlanır, hadsiz şuur sahiplerinin kulaklarına gidip onları nurlandırır, bize de sevap kazandırır.1 Bütün varlıkların ibadetlerine ve birçok nimete, ikrama, ihsana yalnız iman ve niyetle sahip olabiliriz.2
Niyetin harika neticelerini samimiyetimiz, ısrarımız ve ihlâsımız derecesinde alabiliriz. Her başarının arkasında böyle bir niyet vardır. İmanını güçlendirip işlerine halis niyetle girişenler, Allah’ın izniyle, harika ikramlara da mazhar olurlar.
Halis niyetin kayıtlara geçmiş, müşahhas yüzlerce örneklerinden birisini birlikte takip edelim:
Cami önünde takke satarak geçimini temin eden Takkeci İbrahim Efendi, “Bir cami yaptırsam ve Allah’ın kulları orada namaz kılsa, ben de sevap kazansam!” diye niyetlenir. Fakat takke satarak cami yapılamaz ki! Ancak, niyeti halis, arzusu şiddetlidir. Mütemadiyen bu halis niyeti taşır; âdeta ona kilitlenmiştir. Bir gece, rüyasına giren nuranî zat ona:
“Bağdat’a git; filan caminin avlusunda bulunan asmadaki iki siyah üzümü ye!” der.
“Hayırdır inşâallah!” diyerek yola revan olur. Bağdat’a varır. İki siyah üzümü halis bir niyetle, çektiği besmelenin ardından yer. “Bunca yolu teperek geldim, üzümü yedim, ne oldu?” diye asla niyetine halel vermez. Cemaatten biri yanına yaklaşır:
“Yabancısın galiba. Hayrola, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” der.
Rüyasını aynen anlatır. Adam ona:
“Sen çıldırdın mı be mübarek adam! Meselâ ben rüyamda İstanbul’daki Takkeci İbrahim Efendi’nin evinin bodrumunda bir küp altının gömülü olduğunu görüyorum. Onu almaya gitmiyorum da, sen iki siyah üzüm için kalkıp tâ buralara geldin! Öyle mi?” der.
Bu müjdeyi alır, hiç ses çıkarmaz; geriye döner. Defineyi bulur ve cami yapar. Bu cami, İstanbul Topkapı’dadır. İşte güçlü bir imanın ve halis bir niyetin harika sonucu!
İbadet ve duânın niyetle ilişkisini de yarın ele almaya çalışalım inşâallah.

Dipnotlar:

1. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s. 156.
2. Nursi, A.g.e., s. 88.eski

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*