NLP der ki: O buz parçasını eritme!

Aşağıda okuyacağınız herbir bölümün içinde, Kur’ân-ı Mûcizü’l-Beyanın hakikî bir tefsiri olan Risâle-i Nur’un mesajı ile bu mesaja karşı muaraza vaziyetini takınan metefelsif NLP’nin kıyasıya çatışmasını göreceksiniz.

Norologic Language Programing’in kısaltılmış ismi olan NLP’nin, yani kabaca “Kişisel Gelişim Programı”nın aklı, ruhu, vicdanı, kişisel başarı için, her şeyi helâl, her yolu mübah görür.

NLP’yi, ana hatlarıyla “iki yüzlü Avrupa”ya benzetmek de mümkün.

Tıpkı, 17. Lem’anın Notalarında, iki kısma taksim edilen Avrupa’dan birincisinin faydalı ve nâfi, ikincisinin ise muzır ve tehlikeli olarak analiz edilmesi gibi…

Dolayısıyla, biz de burada müsbet fenlerle barışık, insanlardaki atıl kapasiteyi ilmî metotlarla elektriklendirip terakkiyata kamçılamayı hedef alan NLP’yi değil, aksine, gerek teorik ve gerekse uygulama eğitimi safhalarında imanî ve ahlâkî değer ölçüleriyle hiç bağdaşmayan muzır ve mütefelsif NLP’yi kast ederek, Nur’un kudsî esaslarıyla bunun bir karşılaştırmasını sizlerin muhakemesine havale ediyoruz.

Ki, NLP, daha ziyade bu yönüyle hayatımıza sokularak, adeta bir samm-i katil gibi fert, aile, şirket ve toplum bazında sâfi bünyeler tahrip edilmeye çalışıldı. (Müsbete hamledilen yönü ise, göstermelikten ve zahirî cazibedarlıktan öteye gitmedi, gidemedi.)

İşte size bu mânâ ve mahiyetteki NLP’nin, Risâle-i Nur’daki kudsî hakikatlerle olan muarazalı vaziyetinden çarpıcı bir potburi.
* * *
Risâle-i Nur der ki:

Bahtiyar odur ki, Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.

Enaniyetli NLP de der ki:

Sakın ha, o buz parçasını eritmeyesin. Mümkünse, o ene buzunu daha da katılaştır. Hatta mümkünse, o havuzun tamamını sahiplen, tekeline geçir. Çünkü, sen büyüksün. En büyük sensin. Sana ait olmayacak bir havuz, varsın kurusun gitsin.
* * *
Risâle-i Nur, insana söyletir ki:

Fânîyim, fânî olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Rûhumu Rahmân’a teslim eyledim;
Gayr istemem.
Zerreyim… Hiç ender hiçim…
Bir Yâr-ı Bâkî isterim.

Tabiatperest NLP de der ki:

Olmaz öyle şey. Fâniliği hiç düşünmeyecek, bunu aklına dahi getirmeyeceksin. Âcizliği asla kabul etmeyeceksin. Bedenin gibi ruhun da sana aittir. Onu kimseye teslim etmeyecek, aksine onu “gelişim seansları”yla daha da büyütüp geliştirmeye çalışacaksın.

Hem, sen zerre falan değil, basbayağı büyüksün; hatta en büyük olmaya adaysın. Sakın ola “Hiç ender hiçim” falan deme. Tam aksine, dünyada bâkî kalacakmışsın gibi bağır ve de ki: “Ben starım! Ben dâhiyim! En büyük benim; daha büyük tanımam.”
* * *
Risâle-i Nur’un mesleği der ki:

Bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân sûretinde güzel bir düstûrumuz var. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyât ve hissiyâtıyla fikren yaşamaktır.

Keza, Sahabelerin senâ-i Kur’âniyeye mazhar olan îsâr (menfaatte öncelikle kardeşini düşünme, onu tercih etme) hasletini kendine rehber etmektir.

Enaniyet-i kübrâ olan NLP de der ki:

Sakın ha… Kimseye güvenmeyecek, kimsede fâni olmayacaksın. Daima kendini gözetleyecek, öncelikle kendi menfaatini düşüneceksin. Kardeşlik, tefânilik ne demek. Gerekirse herkesi unutacak, bütünüyle şahsî menfaatine odaklanacaksın. Hatta, başkasının meziyet ve hissiyatını bile kendi menfaatine tahvil etmeye çalışacaksın.

Sakın ola, geriye takılıp kalma. Sahabeler zamanına dönüp bakmanın da sana bir faydası yok. Sen enayi misin ki, öncelikle başkasını düşünesin. Elinden geldiğince başkasının omuzuna bas, tepesine çık ki yükselesin, en yüksekte sen olasın; başkası değil.
* * *
Risâle-i Nur, der ki:

Ey insan! Kibirlenme, gururlanma, büyüklenme. Ben deme, biz de. Ene deme, nahnu de. Zira, ehl-i hak, bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir. Enenin istimalinde haklı dahi olsa, …hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır.

Firavunmeşrep NLP de der di:

Ey insan! Kişisel başarınla gururlanabilirsin. Daima “Ben, ben, ben!” diye höykürecek, başkasından büyük ve üstün olduğunu haykıracaksın.

Hiçbir hal ve şart altında hakkından vazgeçmeyecek, karşında kim olursa olsun, ona hakkını yedirmeyeceksin.

“Hakkın hizmeti” de ne oluyor? En büyük hizmetin, kendini düşünmek, nefsini tercih etmektir. Hakkını elde etmek için, gerekirse karşındakini ezmekten çekinmeyeceksin. Ezeceksin ki, nihaî hedefine ulaşasın.
* * *
Risâle-i Nur, ders verip der ki:

Hakikî terakki, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyetle meşgul olmaktadır.

Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.

Deccal gözlü NLP de der ki:

Bütün duygularının yüzünü dünyaya çevirip serbest bırak. Her türlü zevk ve lezzeti tutmaya ve tatmaya bak. Hiç sınır tanıma. Bu sukut değil, terakkidir; kişisel gelişimdir.
* * *
Bediüzzaman diyor ki:
Kardeşlerim! Risâle-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor; başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.

Bu fakir kardeşiniz, yirmi sene evvel kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki, Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Risâle-i Nur bana kâfi geliyordu; bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları da yanımda bulundurmadım. …Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.

Hem, madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum ve meşgul olmuyorum. Siz dahi, Risâle-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır; belki bu zamanda elzemdir!

Nur’a muarız, münafık tabiatlı NLP de der ki:

Öyle sırf Nur Külliyatına bağlı kalarak gelişemezsiniz. Böyle bir sınırlandırmayı kabul etmeyin. İnsanların duyularını keşfedip eğiten, geliştiren, bunları en üst düzeye çıkartıp çalıştırmada size asıl rehberlik edecek olan NLP’ye, yani kişisel gelişime dair kitapları okuyun.

Bunları okuyunca da, Risâle-i Nurları bile daha iyi anladığınızı; daha da önemlisi, buradaki bilgileri başkalarına daha iyi, daha etkileyici şekilde anlatabildiğinizi göreceksiniz.

Aslında bu ikisi birbirine mani değil. Ancak, NLP olmadan, yani kişisel gelişim eğitimi almadan, kabiliyetinizi tam olarak geliştiremez ve yükselemezsiniz.

Yani, Nur camiasında bile yüksekte olmaya çalışmalısınız ki, parmakla gösterilesiniz. Reyting de önemli… En güzel dersi siz okumalı, siz anlatabilmelisiniz. Bunda da bir günah yoktur. Nokta.

NLP fitnesi perişan ediyor

Nüfuz ettiği hemen her atmosferi değiştirip başkalaştırma istidadı gösteren felsefenin menfaatperest veledi NLP, bizim bünyemizde de büyük sıkıntılara, yıkımlara yol açtı. (Bünyede açılan derin yaraların çoğu, hâlen de tedâviye muhtaç durumda.)

Çünkü, bu mendebur, daima sûret-i haktan görünmeye çalışıyor. Tam bir cambazlık ustalığıyla, iyilik zannını, hayrât perdesini üstünden hiç eksik etmiyor.

Kanımızı emen, can damarımızı koparan en büyük düşman iken, mâlum tabiatı sebebiyle, yine de kendini dost sûretinde gösterebiliyor.
Ben bu ikiyüzlü cereyanın kösele suratıyla ilk kez 1986’da tanıştım.

O tarihte Nişantaşı’da “Gelişim-Hachette” ortaklığıyla düzenlenen seminerlere iştirak ettim. Kitap, ansiklopedi ve sair mamullerin satış ve pazarlanması noktasında teknik, taktik bilgiler veriliyordu.

Kaliteli yayınları doğru bilgilerle alıcıya sunma, takdim etme hususunda istifade ettiğim noktalar olmakla beraber, bize ders verilen temel anlayışın ruh ve mânâ cephesinden ise cidden nefret ile tiksinti duymaya başladım.

Bu sebeple, programın tatbikat safhasında çekildim; yalan, dolan ve sahtekârlıkla yoğrulmuş bir anlayışın pratiğe dökülmesine bir tek gün olsun katlanamadım.
Aradan uzun bir zaman geçti ve  2000’li yılların başlarında bu kez doğrudan Nur Talebelerine yönelik bir NLP furyası başlatıldığını duyduk.

Büyük bir şaşaa ile “bunun çok farklı bir şey olduğu, Risâle-i Nur’un ruhuna da pek uygun düştüğü” şeklindeki reklâm ve propagandalarla ortalık allak-bullak edildi.

Vâki dâvetler ve ısrarlı teklifler üzerine, bu yeni tarz NLP seminerlerine de iştirak ettik. Haliyle, bazı notlar tuttuk. Zaman içinde bunları yorumlamak ve değerlendirmeye tâbi tutmak mülâhazasıyla…

İşte, son üç yazıda temas etmeye ve Risle-i Nur’un mizânlarıyla tartmaya çalıştığımız NLP ile ilgili hususlar, bizim bu eski ve yeni seminerlerde aldığımız notlar ile “seminerci uzmanlar”ın tavsiye ettiği kitaplardaki bilgilerden edindiğimiz intibaların bir hülâsası mahiyetindedir.

Bu kısacık hatırlatmadan sonra, şimdi birbirinin zıddı mahiyetinde gördüğümüz noktaları karşılaştırmalı olarak sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
* * *
Bediüzzaman diyor ki:

Cüz’î ve şahsî iktidarlarla, kuvvetlerle mukabele edilemeyecek öyle dehşetli bir zamanda yaşıyoruz ki, buz parçası gibi olan benliğini bir mübarek havuz içinde eritmesiyle ancak hakikî ihlâsı kazanmak ve imana hizmet etmek mümkün olabiliyor.

Mağrûr ve mütekebbir NLP de der ki:

Ben tek başına bile herşeyi yaparım, bilirim, ederim… Ben kişisel eğitim programlarıyla içimdeki devi uyandırdım mı, artık baş edemeyeceğim, üstesinden gelemeyeceğim hiç bir engeli tanımam.

Dolayısıyla, BEN erimem; ama, başkasını eritir ve böylelikle yükselmeye, lider olmaya, hatta yüz binlerin önüne geçip sahnelerde arz-ı endam yapmaya devam ederim… Bu noktada karşıma çıkan, bana engel teşkil eden babam veya kardeşim olsa, tanımam, dinlemem; icabında onu da ezer geçerim.

Aksi halde, ben BEN olamam ve özellikle “kişisel gelişim”in hakkını vermiş sayılamam. Unutmayalım ki, en büyük hedef ve gaye, “kişisel gelişim”dir.
* * *
Doğrudan doğruya Kur’ân’ın mesajını yansıtan Risâle-i Nur şunu ders verip der ki:

Önce sebeplere teşebbüs, sonra da Allah’a tevekkül ediniz.

Çok çalışınız ve çok duâ ediniz.

“Eğer duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” (Furkan Suresi: 77)

Felsefenin veledi NLP de der ki:

Hayatın zorluklarını aşmada bizzat kendin—hâşâ—yaratıcı olacaksın.

Kimseye güvenmeyecek, kimseye dayanmayacaksın.

Duâyı önemsemek ve öncellemek ise, bir başkasına güvenmek, ondan yardım dilemek anlamını taşır ki, bu tutum felsefemize ve temel “yaşam tarzı”mıza uygun düşmüyor.

Özetle, literatürümüzde ve temel dinamiklerimiz arasında duânın yeri ve önemi yoktur. Kişinin kendisi vardır, yaptıkları ve yapması gerekenler vardır. Gerisi temelliktir, miskinliktir, geride kalmayı peşinen kabullenmektir. Bu da bize göre “negatiflik”tir.

Asıl ehemmiyetli olan duâ değil, kişinin kendisidir, kişisel çalışması ve başarıya doğru koşmasıdır. Bu ise “pozitiflik”tir.

Hep pozitif olabilmek için, kendi iradenin üzerinde başka bir iradeyi asla tanımayacaksın.

Tecrübe ve mesajlar

NLP ile ilgili olarak, bize çok sayıda mesaj ve yaşanmış, tecrübe edilmiş bilgiler ulaştı.

Şimdilik, bunlardan birer tane örnek sunarak, meselenin mahiyetini sizlerin muhakemesine havale ediyoruz.

“Ayağa kalkın ve kucaklaşın”

Uzun yıllardır birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız anlattı.

Vaktiyle, ağırlıklı olarak satış ve pazarlama tekniklerini öğretmeye çalışan, kadınlı-erkekli kalabalık katılımlı bir NLP seminerine iştirak ediyor arkadaşımız.

Kendi ağzından, sadece bir sahneye dair anlattıkları  özetle şudur: “Semineri sunan kişi, gûya uygulamalı bir örnek tablosunu göstermek için şöyle seslendi: ‘Haydi arkadaşlar! Şimdi ayağa kalkın ve kollarınızı yana doğru açınız… Tamaaam… Haydi, şimdi de yanınızdaki arkadaşınıza dönün ve onunla sımsıkı sarılıp kucaklaşın…’

Fazla söze hacet yok: Böyle kadınlı-erkekli bir kucaklaşma haline yuh olsun, tuh olsun! Ömür boyu eksik kalsın.

Neticesi, meyvesi: ENE’yi büyütmek

Konuya dair yazılarımızı okuyan bir kardeşimiz, aynen şu mesajı gönderdi: “Sizin bu yazılarınızı okuyunca, NPL denilen işlevin insan enaniyetini güçlendirmekten başka bir netice vermeyeceğini anladım.”

Çocuk yok; kariyer var

Fıkra bu ya, NPL eğitimi almış, başarılı bir “işkadını”na sormuşlar:
“Çocuğunuz var mı?” diye.
O da şu cevabı vermiş: “Çocuğum yok; ama, kariyerim var.”

İyiliğin hayatı ve fesadı

Ey Kardeş! Bil ki: Hasenatın hayatı niyet iledir. Onların fesadı ise, ucb, riyâve gösteriş iledir.
Necat ve halâs, ancak Allah’a iltica ile olur. (Bediüzzaman Said Nursî)

Nasıl yetiştiler?

Fevkalâde düşündürücü, bir cihete cevabı içinde, son bir soru: “Saff-ı evveli teşkil eden hâlis Nur Talebeleri, acaba ne yaptılar da birer kahraman gibi yetiştiler? Serâpa Nur Risâlelerini okuyup mütalaa ederek mi? Yoksa, bununla kanaat ve iktifa etmeyerek, ekstradan NLP dersini de alarak mı?”

Risâle-i Nur, NLP’ye galiptir

Yaklaşık yetmiş yıl müddetle dünyayı tehdit eden, insanları inim inim inleten Komünizm canavarının diş ve pençeleri, Kızılordu’nun son Afganistan işgali sürecinde (1979-89) kırılmaya başladı.

Batı cephesinde ise, yine aynı dönemde Papa (Vatikan) destekli, Leh Valesa liderliğindeki Polonya halkının şanlı direnişi sayesinde, bu vahşi cereyanın yerlerde sürünmeye başladığını görmekteyiz.

Dünyayı ve insanlığı fesada veren maddeci, materyalist cereyanın habis ruhu, demir perdeli komünist diktatöryanın yıkılışını fark ettiği andan itibaren, derhal taktik değiştirme cihetine giderek NLP türü maddeci ve ahlâkî değerleri dışlayan, bencilliği ve egoizmi ise öne çıkaran fikrî ve felsefî paketleri, gayet süslü ve cazibedar renklerle ambalajlayarak ortalığa servis etmeye başladı.

Kısa sürede Avrupa gibi Amerika’yı da saran bu sinsî cereyan, çok geçmeden ülkemize de gümrüksüz şekilde transfer edildi.
* * *

1990’lı yılların ortalarından itibaren Türkiye’nin dindar insanlarını takibe alan derin devletin Kemalistleri, önce zulüm ve baskı metodunu denediler.

Bu denemeler esnasında, yüz binlerce, hatta milyonlarca insanımızın canını incittiler, dünyasını karartıp hayatını azaba çevirmeye başladılar.

Esasında, 28 Şubat cereyan-ı münafıkanesinin çok daha dehşetli planları vardı. Şayet esas plânı tamamıyla uygulayabilselerdi, 1997 Haziran’ında—şimdiki Mısır’ın vaziyetinden bin beter—belki de iç savaşa kadar gidebilecek  dehşetli hadiseler yaşanacaktı.

Dinsizlik ejderhasının, arkasındaki Kızıl Ordu takviyesi ile 1980’lere kadar sergilemiş olduğu siyasî ve askerî diktatöryanın ardından NLP türü tercihlere yönelmesi gibi, komünizmle barışık Kemalist jakobenler de 28 Şubat fırtınasının ardından, Türkiye’de aynı tarz tercihlere yöneldi.

Bu derin yapının, nihayet 2004’te almış olduğu “Dinî cemaatlere karşı eylem plânı”nın bir parçası olarak gördüğümüz bu NLP furyasının, zamanlama itibariyle de, kendini aynı tarihlerden itibaren özellikle dindar camiada kuvvetli bir şekil hissettirmeye başladığını görmekteyiz.
* * *
Son günlerde bu konuya ağırlık vermemizin sebeb-i hikmetini soran bazı okuyucularımıza cevap mahiyetinde olmak üzere, şu kadarcık bir izahatı yapma lüzûmunu hissettik.

Şüphesiz, fikirlerimize ve konuya dair bakış açımıza itiraz edenler de oluyor, olacaktır.

Hatta, tutup NLP için diksiyon dersleri, pazarlama teknikleri, gazetecilik seminerleri, yahut güzel yazma ve konuşma sanatı gibi örneklemelerde de bulunanlar olabilecektir.

Hiç önemi yok. Zerre kadar etkilemez. Zira, o konuların her birinin ayrı bir ismi, ayrı bir ilim ve ihtisas alanı çoktan beri (NLP’den de önce) vardır. Gàsıp tabiatlı, yeni türedi NLP, bütün bunları kendine mal edemez, kendi tekeline alamaz. Çabalar nafile…

İnanıyoruz ki, NLP’ye mal edilen “Dünya mektebinde hayat dersleri” balonu da çoktan delindi ve havası sönmeye başladı. Lâkin, o balondan sızan zehirli ve de kibirli havayı teneffüs eden bazı bünyelerde meydana gelen kısmî felç yahut kasılma halleri henüz geçmiş ve sıhhat bulmuş değil.

Bütün bu yazdıklarımızın, az da olsa, sancılı bünyelerde derde devâ, sadre şifâ olması duâ ve temennisiyle…

Mecburi seminerler

Konuyla ilgili tavsiyelerimizi almak isteyen bazı genç kardeşlerimiz özetle şu bilgileri aktarıyor:

“Çalıştığımız firma, bizi şirket içi seminerlere katılmaya mecbur tutuyor.

“Kariyer yapmak istiyorsan, buna mecbursun diyorlar.

“Haliyle, bu seminerlerde teknik ticarî bilgilerin yanında felsefî bilgiler de veriliyor.

“NLP tarzında, sıklıkla “kişisel gelişim”den dem vuruluyor.

“Bu gibi durumlarda bize tavsiyeniz nedir?”
* * *
Böyle durumlarda, öncelikle ve özellikle tehlikenin farkında olmak gerekiyor.

Asıl tehlike, işin felsefî kısmında yer alıyor. Büyük risk ise, bir takım doğruların yanlışlarla harman edilerek, yani hayır ile şerrin içiçe sokularak, illüzyonist bir maharetle insanlara servis edilmesidir.

Başlangıçta ürkütmeden, çaktırmadan ve de hissettirilmeden sunulan bu zıt mahiyetteki bilgiler, zaman içinde dinleyenleri tesir altına alabiliyor.

Muzır kısmın tesiri altına girmemenin yegâne yolu, bize göre Risâle-i Nur’da ifadesini bulan kudsî ve hakikatli mizânlarını bilmekten ve Kur’ânî reçetelerini nefsine tatbik etmekten geçiyor.

Bu dahi, kişinin tek başına vasıl ve sahip olabileceği bir mazhariyet değildir. Asla yalnız olmamalı, yalnız kalmamalısınız.

Kişi, yalnız başına kaldığı zaman, kendisinden daha zeki birinin pekâlâ tesiri altına girebilir.

Kaldı ki, mütefelsif NLP’nin uzmanı gibi görünen bazı şahıslar, adeta profesyonel bir “yalan makinası” gibi konuşup, çok rahat bir şekilde lâf cambazlığı yapabiliyorlar.

Bu noktanın farkında olmayanlar ise, o “uzmanların” ne kadar da dürüst, dengeli, kabiliyetli, üstün nitelikli, hatta mükemmel birer insan olduğunu düşünmeye başlar.

Oysa, gerçek—çoğu zaman—bunun tam tersinedir. Yani, şahsî hayatı gibi, iş, aile ve sosyal hayatı da çok berbattır, bu lâf cambazlarının.

Bencil ve hodbin oldukları için, hemen hiç kimse ile geçinemezler, yakın çevreleriyle uyum sağlayamazlar.

İş ve meslek noktasında başarılı görünmeleri, yüksek kariyer sahibi olmaları, hatta çok para kazanıyor olmaları, yine de onların “mükemmel insan” olduğunu göstermez.

İdeal insan, vicdanı rahat, iç dünyasında huzurlu olan kimsedir.

Vicdanî rahat ve iç huzur ise, ancak ve ancak Allah’a iman ile, tevekkül ve teslimiyet ile mümkün olabilir. (Doğru ve yerinde olan tevekkül, önce sebeplere teşebbüsü iktiza eder.)

NLP gibi maddeci ve menfaatçi felsefelerde ise, iman, tevekkül ve teslimiyetin yeri yoktur. Zahiren, bu kudsî mânalarla çatışmıyor gibi görünse de, kişisel başarıya ulaşma yolunda ve hedefinde bunlara yer vermez ve değer atfetmez.

Netice itibariyle, mecburiyet altında katıldığımız bu tür seminerlerin, potansiyel olarak büyük bir risk ve tehlike arz ettiğini bilmemiz lâzım.

Bu cepheden gelecek muhtemel tehlikeler karşısında ise, hem Nur Risâlelerine sıkı sıkıya bağlı olup bol bol okumamız, hem de “ene” denilen kişisel benliğimizi Nur kardeşlerin teşkil etmiş olduğu büyük Kevser havuzuna atıp eritmemiz icap eder.

Bunu yaptığımız ve böyle davrandığımız takdirde, hasar görmek, yara almak bir yana, inşaallah imanî şuurumuz daha da inkişâf ederek, hayatımızı mânen rahat ve huzur içinde idame ettirme imkânına sahip oluruz.

Evet, Risâle-i Nur’u okuyan ve buradaki hakikatleri kardeşleriyle paylaşma bahtiyarlığına vâsıl olanlar için, biiznillah endişeye mahal bir durum olmasa gerektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*