Nükleer Tsunami

Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali’nin ismini daha sık duyacağız haber bültenlerinde. Çünkü 3 ve 4 numaralı reaktörden sızan nükleer serpintiyi bütün dünya nefesini tutmuş izliyor. Yangın kontrolden çıktı, helikopterlerle havadan yangına müdahale edilse bile etkisiz kaldığı gözlemleniyor.
Görünen o ki, Japonya’yı asıl bekleyen tehlike, nükleer tsunami!

*

Haberlerden izledik, Japonya’da 8.9’luk deprem, kıyametin bir provası gibi… Ekranlardan sanki bilim/kurgu filmi izler gibiyiz. Kökünden sökülen evler birer oyuncak gibi dalgalar üzerinde sürükleniyor. Koca gemiler ve uçaklar birbiri üstüne kümeleniyor, bütün bunlar gerçek ve bir trajedi.

Teknoloji, küçük kıyamet karşısında çaresiz. İnsanlar aciz. Depreme karşı tüm tedbirleri aldığını düşünen Japonlar, Tsunami’yi hesaba katmadı. Kim bilebilirdi ki, deprem sonrası tedbir aldığını düşünen Japon halkı, dev dalgalar karşısında teslim/i silah edecek…

Haberi aldığımda Seyr FM’de canlı yayına giriyordum. Hemen haber bültenlerinden gelen bilgi akışını dinleyenlere aktardım. Telefon bağlantısı ile fikir almak için aradığım yazarlar bile şoktaydı. Bu haberin ne zaman olduğuna dair en ufak bir bilgiye sahip değildiler. Nitekim yayından birkaç gün sonra arayan ilahiyatçı/ yazar, dehşetin boyutunu sonradan fark etmiş ve şaşkınlığını dile getirmişti.

*

Japon halkı tsunamiye ve depreme karşı vakur duruşlarını koruyor. En ufak bir düzensizlik yapmadan söylenen her türlü komutu eksiksiz yerine getiriyorlar. Nitekim bir haberde (Show TV) Türkiye’de yaşayan Japon asıllı oyuncu Ayumi Takano İle söyleşi yaptılar. Takano, ağbisi ile temasa geçtiğini ve derhal su/ekmek istiflemesini istemiş. Ağbisinin verdiği cevap ilginç:

“Bir düzen var ve bana söylenen ne ise onu yaparım. En ufak bir birikim, bir başka kişinin hakkına tecavüz etmek demek… Her gün belli bir miktar su ve yiyecek alıyoruz. Biz böyle eğitim gördük, bunu sen de biliyorsun. Demek Türkiye’de fazla kaldın.”  Şakayla karışık söylenen bu söz bir gerçeği de dile getiriyor aslında. Japon düzeni “ben” değil, “biz” üzerine kurulu. Bireysel davranarak düzeni bozmuyorlar.

*

Japonlar üzerine bir iki satır karalamak gerekiyor belki.

Japonya, başkent Tokyo dahil olmak üzere 47 eyalete ayrılmış.. Eyaletler, şehirler, kasabalar ve köyler yerel yönetimleri idaresinde… Eyalet valileri ile şehir, kasaba ve köy belediye başkanları, yerel meclislerin üyeleri gibi, ilgili bölgeye kayıtlı seçmenler tarafından seçilirmiş.

İmparator orada sembolik bir anlam taşısa da, Anayasa’da kararlaştırılan durumlar dışında hükumetle ilgisi yok… Bunun yarısıra mesela, Başbakanı ve Yargıtay baş hakimini atar… Ancak, Başbakan ilk önce Paramento tarafından, baş hakim de Kabine tarafından belirlenir… İmparatorun ayrıca halk adına kanun ve anlaşmaları yürürlüğe koymak, Parlamento’yu toplantıya çağırmak, Kabine’nin tavsiye ve tasvipleri doğrultusunda şeref nişanı vermek gibi görevleri mevcutmuş.

Anayasalarında Japon halkı demokratik düzen ve barış ideallerini desteklemeyi tahhüt etmekte… Anayasanın başında : “Biz, Japon halkı, her zaman için baskı ve taassubun, zulüm ve köleliğin dünyadan uzak tutulması ve barışın korunması için mücadele ederek, uluslar arası toplumda şerefli bir yere sahip olmak isteğindeyiz..” ibaresi mevcut.

Yine Anayasalarına göre, “İmparator, halkın birliğinin ve devletin sembolü… Hükümran güç ise halkın elindedir” diye yazar. (Minik Japonya, Türk Japon Vakfı)

*

Japonya bu ve benzeri felaketlere alışkın bir ülke. İkinci Dünya Savaşı, Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan birer atom bombasıyla sona ermişti biliyorsunuz. Japonya, atom bombasının atıldığı, nükleer silahın etkilerini birebir yaşayan tek ülke… Bilanço çok ağırdı: 140 bin kişi öldü. Zamanla radyoaktivitenin yol açtığı kanser hastalığı dahil ölü sayısı 237 bini buldu.

Bu durum, ülkenin ulusal güvenlik politikasını biçimlendiren en önemli unsur olmuş. Anayasa’ya da damga vuran bu tarihi olgu doğrultusunda Japonya komşularına hiçbir zaman tehdit unsuru olmayacak ancak etkin bir “savunmayı” da sağlayacak bir askeri güç oluşturma politikası gütmüş.

Nedir bu ulusal güvenlik politikası:

-Japonya/ABD karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Antlaşması’na dayalı yakın bir ittifak,

-Sürdürebilir bir savuna yeteneğini amaçlayan Savunma Güçleri’nin modernisazyonu,

-Aktif diplomasi…

*

Ancak bu ulusal güvenlik politikalarından biri olmasına rağmen, Japonya’da 35 ticari nükleer reaktör bulunmakta… Bu reaktörler sayesinde yaklaşık yüzde 30’u üretilmekte.. Alınan bütün etkin önlemlere rağman, bu konudaka çalışmalara aralıksız devam edilmekte denmesine rağmen, tsunami sonrası bu reaktörler Dünyaya birer facia hediye etmekte… Nükleer sızıntı gökyüzüne doğru savrulmakta şimdi.

Güya bu güvenlik sistemi maksimum düzeyde sağlanacaktı, ama görülüyor ki bütün dengeler alt üst olmuş durumda. Her ne kadar son 20 yıldır dünyadaki en yüksek enerji-denge koşullarını yakalamayı başarmış olsa da.

*

Japonya teknolojinin en önemli odaklarından biri. Bilgisayardan nükleer enerjiye, havacılıktan haberleşmeye kadar birçok alanda teknolojinin öncülüğünü yapmakta. Kuşkusuz ilerlemenin itici gücünü, özel sektör, üniversiteler ve devlet üç koldan yürütmekte…

Tıpkı felaketten sonraki dayanışma gibi. Bu noktada da devlet, özel sektör ve halk el ele vererek bu sıkıntıları aşma gayretinde oldukları görülüyor.

Japonya, gerek uzay teknolojisinde, gerek havacılık, deniz araştırmaları ve gerekse yüksek iletkenler konusunda dünyada parmak ısırtacak kadar gelişmiş bir ülke.

İnsanlık teknolojik anlamda ne kadar gelşimiş olursa olsun, “doğal felaketler” karşısında acziyeti gün gibi görülüyor.

Küçücük cirmiyle, kafa tuttuğu teknolojiye karşı çaresizliğini görmekteyiz. Sadece Japonların değil, bütün insanlığın çaresizliğini o gözlerde görmek mümkün.

Madem kainat bir kitap… Biz düşen bu kitapta yaşanan olayları iyi okumak.

*

Debdebeli dünya hayatı yüzünden insanlar Allah’ı yavaş yavaş unuttu. Çünkü Cenab-ı Hak’kı unutturacak o kadar çok unsur var ki… Nihayetinde bazı “şok” ölümler bile çare değil insanlık için… Ertesi gün unutuluyor ve yine gaflet basıyor. Demek daha şiddetli bir ikaza ihtiyaç var ki, umumi bela ve musibetlerle insanlık bu kalın gafletten uyanabilsin.

Dehşetli bir asırda yaşadığımızı unutmamak adına, Allah’ı unutmamak adına bu tür olayların bir dili olduğunu hatırdan uzak tutmamalıyız. Aksi takdirde uyarının şiddeti daha da artacak. Unutulmamalı ki, her “uyarı”da bir “Rahmet” var. Bize düşen o “Rahmet”i görebilmek vesselam.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*