Nur beldeleri ve Barla

Image
Bir dostum sormuştu: “Bediüzzaman bu kadar sıkıntıyı neden çekti? Bir başka ülkede bu risâleler elbette daha iyi imkânlarda yazılıp, yine bu ülkede okunabilirdi?” Ben de, Bediüzzaman’ın: “Biz îmânı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı; çünkü, en ziyâde burada ihtiyaç var. 

Binler rûhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmânına ve saadetine hizmet için burada kalmaya—Kur’ân’dan aldığım dersle—karar verdim ve vermişiz” (Tarihçe-i Hayat, s. 441) dediğini nakletmiş, bir dâvânın yaşaması için yazılan eserlerin hayatta tezâhür etmesi gerektiğini dile getirmiştim.
 
İşte nur beldeleri bu açıdan oldukça önemlidir.

Bir vesile ile yolumuz Burdur’a düştü. Burası, Üstadımızın ilk nefyedildiği yerdir. İkamet ettiği camiyi gezdik. Ercan bey kardeşim ile sabahın ilk saatlerinde gezerken, hayalimiz seksen küsûr yıl öncesine gitmişti. Bediüzzaman’ın kaldığı mekân aynen muhafaza edilmiş.

Akşam ise, Sebahattin Bey ve diğer dostlar ile beraber olduk. Otuz dört yıl önce askerlik vesilesi ile bu ilimizin havasını koklamış, suyunu içmiştik. Ve Isparta…

Nur menzillerinin dillere destan beldesi…

Sokak sokak, cadde cadde, her yerde adeta onun izleri vardı.

“Said Nursi” sokağının ismi “Nur Sokağı” olarak değiştirilmiş. Üstadın 1953 yılından sonra kaldığı iki katlı evi, eşyaları, arabası ile adeta zamanda yolculuk yapıyorsunuz.

Kilometrelerce uzaktan gelenler – gidenler… Gençler – ihtiyarlar… Hanımlar – kızlar…

Taşı ve toprağı ile mübarek bu beldede, Üstadı tanımayan hemen hemen yok gibi. Denizli, Afyonkarahisar, Isparta, Barla, Sav, Atabey, İslamköy, Bedre ve Eğirdir. İç içe geçmiş bu beldeler, Bediüzzaman ile hayat bulmuş.

Ve Barla…

Nurun ufuklara yansıdığı belde…

İstanbul boğazını andıran manzarası ile insanı adeta büyülüyor. Her toprağında Bediüzzaman’ın izi var. Altmış yaş üzerindekiler onu çok iyi tanıyorlar. Görüştüğümüz bir tanık “Onu burada iken anlayamadık. Bu bizim çok büyük ihmalimizdi” diyor hayıflanarak.

“Ol mahiler ki derya içredirler, fakat deryayı bilmezler” misâli deryalar kolay anlaşılmıyor. Yıldızların önüne bazen kara bulutlar engel oluyor.

Çam dağı, Mus Mescidi, muhteşem çınar ağacı, Cennet bahçesi, Üstada ve nurlara mekân olmuş Üstadımızın evi, Yeni Asya Sosyal Tesisleri.

Tesisimizin müdürü Niyazi bey, Şerafettin bey ve diğer çalışkan personelleri ile tesislerimiz misafirlerini çoktan ağırlamaya hazır hale gelmiş bile.

Adım adın Barla’yı dolaştım. Hatıralar birbir canlanmıştı. Bediüzzaman Hazretleri önde, ben arkasından takip ediyorum sessizce…

Niyazi bey ile belediye başkanı Mustafa Kunt beyi ziyaret ettik. Canlı, cana yakın bir sima ile beraber olduk. Samimiyeti ve sıcaklığı ile tam bir Barla misafirperverliği gösterdi. Barla’nın nüfusu iki binin altında olduğu için bu beldemiz tekrar köy konumuna düşecek. Başkan bey üzüntülü. Barla gibi bir merkezin böyle bir imkândan mahrum olması, doğrusu bizi de üzdü.

Merhum Hilmi Doğan Ağabeyi andık.

“Mümkün olsa kalacaktım bir ömür boyu Barla’da” mısraları adeta bizim haletimizi anlatıyordu.

Fakat elimizi ve ayaklarımızı bağlayan bir çok sebep vardı.

Barla’dan tatlı bir hüzünle ayrıldık.

Yeniden kavuşmak ümidiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*