Nur cemaatindeki daireler

Bediüzzaman, “Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniye” (Kur’an’ın Büyük Caddesi) olarak tavsif ettiği Risale-i Nur dairesini gayet geniş bir perspektiften ele alır ve üç daireden müteşekkil olduğunu ifade eder:

1) Ya dost,
2) Ya kardeş,
3) Ya talebe olur.

Şimdi bunların özelliklerine bakalım:

* Dostun özelliği ve şartı: Kesinlikle Sözler’e (Risale-i Nur’a) ve Kur’ân nurlarına dair olan hizmetimize ciddî taraftar olmak, Nurlardan istifade etmeye çalışmak; haksızlığa, bid’alara (İslâm’dan olmayan ve İslâma sokuşturulmuş yanlışlar, hurafelere), dalâlete kalben taraftar olmamak. Bediüzzaman, böylece, samimî, iman hizmetine karşı art niyeti olmayan bütün Müslümanları kucaklar, daire içine alır.

* Kardeşin özelliği ve şartı: Hakîki olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmak, beş vakit farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri (büyük günahları) işlememektir.

* Talebeliğin özelliği ve şartı: Sözler’i (Risale-i Nur’u) kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıkmak, onları hayatının en önemli hayat vazifesi bilmek ve onları neşretme hizmetini yapmak.

Bu üç tabaka, Bediüzzaman’ın üç şahsiyetiyle ilgili ve irtibatlıdır; şöyle ki:

– Dost, şahsî ve zatî şahsiyetiyle,

– Kardeş, kulluğu ve ibadetiyle,

– Talebe ise, Kur’ân-ı Hakîm’in dellâlı olmak cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetiyle…

Dünkü yazımızda iktibas ettiğimiz yerlerle beraber düşünüldüğünde, vurgulanması gereken en önemli noktalardan biri; Bediüzzaman’ın, Nur cemaatini “dost, kardeş, talebe” gibi dairelere ayırıp tanımlarken, aslında bu halkayı bütün mü’minlere teşmil etmesi ve bütün mü’minleri dairelerden birisinin içine almasıdır. Nitekim, 27. Mektub’un (Lâhikalar) “Takdim”inde geçen “(Nur Müellifi) bir cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan Risale-i Nur dairesinin umum ehl-i İmân ve İslâma şâmil bulunduğunu ifade ediyor” cümlesi de bu manayı teyid ediyor.

Bütün bu açıklamalara mukabil; Risale-i Nur, “talebeleri”nden fiyat olarak “tam, halis bir sadakat, daimî ve sarsılmaz bir sebat” ister. Bediüzzaman göre; Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ilim, tarikat ehli ve sofî meşrep zatlar, enaniyetlerini bu İman-Kur’ân hizmetinin havuzunda eritip, onun cereyanına girmelidir. İlim ve tarikattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermeli ve genişlemesine çalışmalı, teşvik etmelidir. Risale-i Nur’a karşı rakîbâne başka bir çığır açan hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin Kur’ân yoluna bilmeyerek zarar verir, zındıkaya bir nevi yardım etmiş olur. (Kastamonu Lâhikası, s. 88.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*