Nur cemaatinin ehemmiyeti

Üstad Bediüzzaman Hazretleri. “Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak(tır)…” diyerek Nur cemaatinin dünyevî hiçbir gayesi olamayacağını ve şakirdlerinin iman hakikatlerini anlayıp anlatmak hedefinden asla şaşmayan uhrevî bir cemaati teşkil ettiğini anlatıyor.

Zira “Risale-i Nur’un yüz otuz parçaları meydandadır. İçinde imanî hakikatlerden başka bir hedef, bir maksad-ı dünyevî olmadığı” gayet açıktır. Hem Risale-i Nur’un akıttığı feyizden hissedar olan ve o iman nurlarını dem damarlarında gezdiren her bir ruhun içinde, manevî bir zabıta işleten o çelik hakikatler zındıkanın dehşetli taarruzlarına karşı şakirdlerini muhafaza altına almaktadır. (Şuâlar, 14. Şuâ, s. 572)

Filhakika ifsat komitelerinin hükümeti aldatmaları ve desiseleriyle açılan bütün mahkemelerde isnad edilen bütün iddialara karşı Üstad ve Risale-i Nur Talebelerinin yaptığı müdafaalarda dile getirilen ve Külliyatın çeşitli yerlerinde izah edilmiş olan en önemli hakikat ise “Risâle-i Nur’un programının ve mesleğinin ve bilfiil semeresinin görüldüğü ve hadimlerinin çalıştığı tek hareket gayesi ve hedefi, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevî anarşilikten muhafaza etmek” olduğudur. (Emirdağ Lâhikası, s. 65)

Ayrıca bu zamana has çok önemli bir hakikat daha var ki o da dalâlet ehlinin, habis bir ruha bürünmüş manevî bir şahsiyet mahiyetinde cemiyet ve komite halinde iman ehlinin kalb ve vicdanına hükmeden İslâmiyetin ulvî itikad perdelerini yırtıyor olması ve imanî hayatı yaşatan her bir ananeyi yakarak her bir Müslümanı dehşetli bir yangına sürüklemeye çalışıyor olmasıdır. İşte bu dehşetli yangının alevlerinden kurtaracak olan kuvvetli dayanak ise bu asırda Kur’ân’ın mu’cizevî ve manevî bir tefsiri olan Risâletü’n-Nur eserleridir ki, Hızır gibi imdadımıza yetişmektedir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 36) Evet böyle dehşetli bir taaruza karşı tek bir ferdin mukavemet edilemeyeceği herkesçe muhakkaktır. Çünkü bir ferd ne kadar harika da olsa, bir cemiyetin veya cemaatın oluşturduğu manevî bir şahsiyetten doğan deha karşısında mağlûp düşebilir. İşte bu sebeple Üstadımız Mesnevî-i Nuriye’de, Mektubat’ta ve Lâhikalarda defaatle şu hakikati izhar eder: “Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir.”.. “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir.”.. “Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhâlif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.”

“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.” (Sünûhat, s. 124) Zikredilen bu mühim beyan ile asrın, imanı zedeleyen bütün tehlikelerine karşı cemaat unsuru vesilesiyle metanet gösterilebileceğini ve tahkiki imanı akıl, kalp ve ruhlara enjekte eden en selâmetli irşadın Risale-i Nur definelerinde olduğunu idrak etmekteyiz.

Şeyma Türkan

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*