Nur hareketi siyasî değil, uhrevîdir

Image
Aytunç Altındal ve zihindaşları, yani Kemalist, müstebit, seküler, dayatmacı rejimi destekleyenler, karşıt bütün hareketleri, kendileri için tehlike olarak görürler. Bunu da, kendilerine değil, devlete, cumhuriyete yönelik diye lanse ederler! İnanç, fikir hürriyeti ve demokrasiyi de benimsemedikleri için, başka düşüncelere hayat hakkı tanımazlar. Herkes, hatta, inançsız için de inanç ve fikir hürriyeti isteyen Risâle-i Nur Hareketini, yani Nurculuğu da dünyevî ve siyasî bir hareket olarak karalamaya çalışırlar. Oysa:

 
Risâle-i Nur’un mesleğinde hizmet; maddî güç, siyaset, iktidar yoluyla değil, Kur’ân nurları, iman yolu ve ihlâsla yapılır. Yani, Kur’ân ve hadîsçe haber verilen, her tarafı kasıp kavuran “deccalizm, süfyanizm ve ifsat komitelerinin” fitnelerinin siyasetle değil, ancak imân ve Kur’ân nurlarıyla durdurulabileceğinin şuuruyla hareket etmektir.1

Nur mesleğinin esası ihlâs sırrına dayandığından2 îman ve Kur’ân hizmeti, maddî ve manevî hiçbir makama basamak yapılamaz.3 Zira, Nur hareketinde hedef dünyayı değil, ahireti kazanmaktır.4

İman, herkesin malıdır. Müslüman grup ve taifelerinin herbirinde muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alınır.

Nur hizmetkârlığı, yani iman hizmeti gizlenmez. İhfa (gizleme) ve havf (korku); riyâdandır. Farzda riyâ yoktur.5 Yani, farz ibadet ve emirler açıktan ifa edilir, yerine getirilir. Bundan dolayıdır ki, Nur hareketinin bütün faaliyetleri göz önündedir. Bediüzzaman Said Nursî’nin özel hayatı da 35 sene boyunca resmî memurların ve halkın gözü önündeydi. Hiçbir menfî olay ve siyasî emel gütmediği ve hareketi içine girmediği apaçık görülmüştür.

Şahısların değil, hakkın hatırını yüksek tutmak; hiçbir hatıra fedâ etmemek gerekir.6 Yani, ister iman, ister ibadet, ister ictimaî-siyasî mevzular olsun; şahıslar kırılır, darılır, hoş karşılamaz diye anlatmazlık etmemek; hakikati olduğu gibi ve dosdoğru anlatmak, yansıtmaktır. Ki, Bediüzzaman, “Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın, ‘Hak budur’ derim, başımı eğmem” der.7

Risâle-i Nur mesleği şevk, merhamet, şefkat, feragat ve fedakârâne isâr hasletiyle (başkalarını kendi nefsine tercih etme) hizmeti gerektirir. Hizmet ise, “Dine meylettirmek ve iltizama (taraftar olup yapışmaya) teşvik etmek ve dini vazifelerini hatırlatmaktan”8 ibarettir. Yoksa, sonuç almak değil! Yani, dini hizmetlerde bile, illâ sonuç almak ve inanılan değerleri maddî güç ve siyasî yolla iktidara taşımak değildir…

Risâle-i Nur mesleği, “Hubb-u cah (makam, mevkî sevgisi), havf (korku) damarı, tama (aşırı açgözlülük, geçim noktasında hırs), asabiyet/milliyetçilik damarı, enaniyet, tenperverlik” gibi şeytanî desiselerden uzak durmayı gerektirir. Tıpkı Peygamberimizin (asm), kendisine yapılan mal, mülk, mevki makam tekliflerini ve varisi Bediüzzaman’ın, yine kendisine teklif edilen milletvekilliği, maaş, köşk, genel vaizliği reddetmesi gibi. Nur meslek ve meşrebi, onları örnek almayı gerektirir.

Nur mesleğinde deccal ve yandaşlarına karşı asla muhabbet beslenemez, besletilemez. Bilâkis mahiyeti ortaya konur ve bunun için mücadele edilir. Ki, Bediüzzaman, “Mânevî âlemde İslâm Deccalını gördüğünü”9 ifade ederek başta 5. Şuâ olmak üzere Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde açıkça ismini de verir. Keza, bütün mekteplerde, dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın sevgisinin telkin edildiğini; oysa onun mahiyetinin ne olduğunu anlatmak uğruna binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuz düşeceğini belirtir.10 Demek deccalı övenler ve muhabbet besletenler; Risâle-i Nur meslek ve meşrebiyle temelden ters düşerler. Zira, İslâma, maneviyâta, dine, dindarlara baskı, hücum, getirilen yasak ve engeller deccal adına ve geliştirdiği sisteme dayandırılıyor!

Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayatı, s. 131.;
2- Kastamonu Lâhikası, s. 183.;
3- Hizmet Rehberi, s. 86.;
4- Emirdağ Lâhikası, s.455.;
5- Hutbe-i Şamiye, s. 131.;
6- Münâzarât, s. 49;
7- Sözler, s. 716.;
8- Sünûhat, s. 67.
9- Şuâlar, s. 514.;
10-Şualar, s. 298-299.

 

 

 Kimi çevreler, mihraklar, bilhassa “ifsat, zındıka ve dinsizlik komiteleri”, çağımızın en hakperest, en hürriyetçi, en vatanperver, en demokrat, en nazik ve nazenin bir meslek ve meşrebi olan Nur hareketini başka şekillerde gösterip zihinleri bulandırmak isterler. Nur talebeliğinin bazı özelliklerini dün saydık. Bugün de kaldığımız yerden devam ediyoruz:

– Hürriyetçi olmak, Risâle-i Nur’un temel meslek ve meşrebidir. Çünkü hürriyet, herkesin mutluluk sebebidir. Bütün şevkleri ve ulvî duyguları uyandırır. İnsanlığı güdülmekten, yani hayvanlıktan kurtarır; tam insan yapar.1

Ayrıca, bu dünya imtihan meydanı. İmtihan için hür irade gerekli. Rabbimiz herkesi inancında hür bırakmış. Ahrarları/hürriyetçileri/ demokratları desteklemek, imtihan sırrının da gereği ve imanın özelliğinin siyasete yansımasıdır.

Bediüzzaman, bizzat kendisini aradan çıkararak hakikati uygulamaya geçirir: Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam hangi risâleyi açsa, benimle değil, hâdim-i Kur’ân olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.2

– Risâle-i Nur dairesine giren bir zâtın en önemli vazifesi, onun yayılmasına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, “Risâle-i Nur Talebesi” ünvanını alır.3 Ki, yazmak ve yazdırmak, Bediüzzaman daha hayatta iken matbaada “basmak ve bastırmaya” dönüşmüş. Temel gayesi bunun dışında olan, yani asıl hedef olarak siyasî ikbal, iktidar peşinde olanlar Nur talebesi olamazlar!

– Nur talebesinin hocası, kişiler, hatta Üstad değil, Risâle-i Nur’dur. Zira, Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes yetenekleri ölçüsünde kendi kendine istifade eder.4

Yani, Risâle-i Nur dairesinde “hocalık, şeyhlik!” gibi makamlar yoktur. Bu hizmette yer alanlar 100 yaşında ve dünya çapında âlim de olsa ünvanı, “Nur talebesi”dir. Hocalık ünvanı ve gereğiyle hareket edenler Nur talebesi olamazlar!

– Bediüzzaman’ın talebelerine verdiği en son ders, Risâle-i Nur meslek ve meşrebinin bel kemiğini oluşturan müsbet (olumlu, pozitif) hareket etmektir. Menfî (olumsuz, negatif, radikal) hareket değildir. Dolayısıyla, Allah’ın rızasını düşünerek sırf iman hizmetini yapmaktır. Nur talebeleri asayişi, emniyeti, güveni muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mukabeleye mükelleftir.5

Bediüzzaman’a göre, “siyasî yolla hizmeti esas almak” menfî harekettir. Çünkü, siyasî mücadele, yalanı, aldatmayı, yalan propagandayı ve siyasî muhaliflerini melek dahi olsa lânetlemeyi netice verir.

Müsbet hareket, Allah’ın emrine uygun nezaket ve nezahetle hareket etmek; şiddet, tahrip ve tecavüzden uzak kalmak; yapıcı, ölçülü, dengeli, âdil ve hakperest hareket tarzıdır. Bir anlamda da, olumsuz bir durum karşısında; gücü yetmediğinde; itaat etmek değil; sivil itaatsizliktir.

Özetlersek; Nur talebesinin vazifesi; her hâl ve şartta, Kur’ân hakikatlerinin çağımızdaki en parlak yansıması olan Risâle-i Nur’u okumak, anlamaya çalışmak; yaşamak; meslek ve meşrebine sadakat, sebat ve metanetle bağlanmaktır. Eğer Risâle-i Nur’u baştan aşağı ezberlese; fakat meslek ve meşrebine uymasa bir anlam ifade etmez.

Zira, bilmek ayrı, uygulamak ayrıdır. Amel etmek de ihlâssız ise, yine sonuçsuzdur. Kurtuluş, yalnız ihlâs ile, yani, sırf Allah rızasını, hoşnutluğunu gözeterek hizmet etmektir.

Yoksa siyasî ikbal aramak, iktidara gelmek için uğraşmak değildir!

Dipnotlar:
1- Beyanat ve Tenvirler, s. 47.
2- Kastamonu Lâhikası, s. 24.
3- Kastamonu Lâhikası, s. 23.
4- Sözler, s. 723.
5- Emirdağ Lâhikası, s. 455.
 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*