Nur kervanı Barla’da

Mayıs ayının sonunda her sene yaşadığımız tatlı telâş yine başlamıştı…

Zira ilk medreseye, Nur’un parladığı beldeye yolculuk vardı. Kırk beş kişilik programımıza bu sene de başlıyorduk. Okuyacağımız dersleri, sunacağımız seminerleri, gezeceğimiz menzilleri tayin edip düştük yollara… Haremeyn-i Şerifeyn için derler ya “Gitmeyende bir, gidende bin özlem vardır” diye.

Teşbihte hata olmasın, bizim kardeşler arasında ilk gidecek olanlarda görmenin heyecanı varken, önceki yıllarda gitmiş olan kardeşlerde tekrar vuslata ermenin süruru vardı.

Bir senenin ardından bedenin, ruhun, kalbin huzura erip sükûna ulaşcağı hafta başlıyordu. Tüm latifeler bayram ediyordu… İlmi müzakereli marifet dersleriyle aklımız, tefekkürî muhabbetullah bahisleriyle kalbimiz ve ruhumuz, Barla’nın harika manzaralarıyla gözlerimiz, tesislerimizin nefis yemekleriyle midemiz… İşte böyle dopdolu bir program için 30 Mayıs Pazar sabahı düştük İzmir’den Barla yollarına…

Heyecanlı yolculuğumuza devam ederken öğreniyoruz ki, Denizli Yeni Asya okuyucularının geleneksel pikniği var. Yolumuzun üstü deyip pikniklerine katılıyoruz. Uhuvvet ve muhabbet çaylarıyla karşılıyorlar bizleri. Piknikte tanıştığımız dershane talebelerini okuma programımıza davet ediyoruz. Memnuniyetle kabul edip gelmeye karar veriyorlar ve ayrılıyoruz Denizlili kardeşlerden…

Tekrar düşüyoruz Barla yollarına. İkindi vaktinin yorgunluğunda ayak basıyoruz Yeni Asya tesislerine. Defaatle yüreğimize çekiyoruz Barla’nın nur ve gül kokusuyla mezc olmuş havasını. İlk akşam dersimizi Hasan ağabeyden dinliyoruz. Uzun uzadıya Ahmet Feyzi ağabeyden bahsediyor: O, nurun fahrî avukatı… O, Mehdi-i Azam’a bütün mevcudiyetiyle tâbi olmuş inanmış bir fedai… O, müdafaasının sonunda “İşte Mehdi, işte Deccal!” diyen kahraman müdâfî…

Ve nurlu haftamız başlıyor. Sabah namazlarından sonra, uykusunu yenen kardeşler cennet bahçesi, Üstadın evi ve kabristana doğru tefekkür yolculuğuna çıkıyorlar. Ve saat 8’deki müzakereli derslerimizle başlıyoruz güne. Sabah nur dersi, öğlen nur dersi, akşam nur dersi… Akıl, kalp, ruh vs manevi midelerimizi iyice doyurmaya çalışıyoruz. Sabah derslerimizi heyecanlı ve coşkulu ifadeleriyle Nurbanu ablamızdan dinliyoruz. Akşam derslerini içtimai, siyasi, meslek ve meşrebe dair meseleleri kırk senelik hizmet tecrübelerine dayanarak ifade eden Hasan ağabeyden dinliyoruz. Manisa’dan bahar, Nevşehir’den Hatice, Maraş’tan Kadriye, Nazilli’den Gül ablamızın katılımlarıyla programımız renkleniyor. Böyle yoğun derslerin yanısıra gezmeyi de ihmal etmiyoruz. Çamdağı ve ‘Barla denizi’ ilk gezi yerimiz oluyor. Yıldız Saraylarına değişilmeyen yüz metrelik irtifada olan kesilmiş katran ve çam ağaçlarını ziyaret ediyor, o ulvî makamlardan ağaçların hemhemelerini dinleyip kâinatı temaşa ediyoruz… Eğirdir gölü oldukça celâlli o gün, yanına yaklaşılmıyor bile… Ya Celîl, Ya Celîl zikirlerine biraz şahit olduktan sonra tesislere geri dönüyoruz.

Barla’da bir de tepeden tırnağa “Yeni Asyacı” olan Halil amcamız var. Başka bir gün onu ziyaret ediyoruz. Evinin duvarına “Yeni Asya’nın Barla evi” yazılı bir tabela asmış ve diyor ki: “Tepeden tırnağa tüm zerrelerimle Üstadımızın Mehdi-i A’zâm olduğuna inanıyorum!” Bu sözün üzerine “Amennâ”dan başka ne denir ki? Biraz sohbet ve dersten sonra geçen yaz vefat eden Mehmet Güvenç ağabeyimizin eşi Mukaddes teyzeyi ziyaret ediyoruz. “O vefat edince yanlızlık zor oldu ama alıştım” diyor. Oradan Barla kahramanlarının ikamet mekânı olan kabristana uzanıyor yolumuz. Merhum Mehmet ağabeyin kabrini, uzun bir arayıştan sonra ancak bulabildik. Hayattayken de görünmeyi, bilinmeyi, fotoğrafının çekilmesini istemeyen Mehmet ağabey, vefat edince de adeta nazarlardan gizlenmek istiyordu. Arayışımız sonucunda, babası Mustafa Çavuş’un hemen yanıbaşında buluyoruz isimsiz kabrini… Herkeste bir sessizlik… Ölümü tefekkür ediyoruz… Mezarı başında ruhuna Yasinler, Fatihalar, selâmlar gönderiyoruz, bizi görüp duyduğunu düşünerek. Ve Barla fedailerinden müsaade isteyip, ayrılıyoruz kabristandan, dilimizde onlara birazcık olsun benzeyebilme duâlarıyla…

Her fani ve güzel şey gibi okuma programımız da bitiyor. Bize teselli veren ise, bekaya namzet manzaraların olması… Kampımızın son günü yeni bir geziye çıkıyoruz. Eğirdir’de tekne turu yapıyoruz. Hep kıyısından gölü tefekkür ederken şimdide gölün üzerinden dağları temâşâ ediyoruz. Tekne turunun ardından yörük çadırlarına çıkıyoruz. Allah’ım o ne manzara! Göl ayaklarının altında… Yeni tanzimiyle ilk biz misafir oluyoruz çadıra. Namaz ve tesbihatlarımızla nurlanıyor yörük çadırı. Bir yandan gözlemelerimizi yiyip diğer yandan kardeşlerimizin Hanımlar Rehberi sunumunu dinliyoruz. Öyle harika bir ortam ki hiç kimse gitmek istemiyor. Yörük çadırlarından sonra son kez gölün kıyısına gidiyoruz. Barla denizi bu kez daha sakin. Mavi ve yeşilin muhteşem âhengi dinlendiriyor ruhlarımızı. Akşama doğru tekrar Barla’daki yuvamız olan Yeni Asya tesislerine dönüyoruz. O akşam herkes biraz mahzun, biraz sürurlu. Hem çok istifade ve feyizli bir program geçirmenin verdiği sürur, hem de son akşamı yaşıyor olmanın verdiği hüzün.. Son akşam dersimizi ihlâs düsturlarından alıyoruz.

Ve pazar sabahı yine erkenden kalkıyoruz. Sabah namazında rahmet nüzûl ediyor sema canibinden. Sabah dersimizde Emirdağ Lâhikası’ndan şahs-ı manevinin ehemmiyeti ve bâkî hakikatlerin fâni şahıslar üzerine bina edilemeyeceğine dair birkaç mektup okuyoruz. Şahs-ı maneviye dair bu dersimizin ardından veli-i kâmil hükmündeki bir vücudun azaları olmanın farkını ve bize kazandırdıklarını müşahede ediyoruz. Başlayacak olan yoğun okuma programlarının öncesinde böyle bir hafta geçirmenin getirdiği süruru paylaşan kardeşlerle seneye tekrar orada bulunma temennileriyle ayrılıyoruz.

Elveda ey nurun parladığı belde…

Elveda ey adım adım Üstadımızın hatıraları olan belde…

Elveda ey ruhların sürura erdiği belde…

Elveda ey çınar ağacı, Eğirdir gölü, Çamdağı

Ve elveda Barla…

Gül şehri, kahramanlar şehri Isparta’ya doğru düştük yola. Isparta Ulu Camii’nde mevlide katılıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından nur kardeşler var. Uhuvvet ve muhabbetle kucaklaşıp kaynaştı dostlar.. Yıllardır birbirini görmeyenler bir araya geldi, yeni dostluklar tesis edildi, ahiret kameralarına bâkî manzaralar gönderildi.. Böyle güzel ortamlara vesile olan kardeşlerimizden Allah razı olsun..

Isparta’daki kardeşlerle vedalaşıp İzmir’e doğru yeni bir aşk, şevk, gayret ve coşkuyla yola çıktık… Hasan Şen ağabeyimizin şu şiiri dolanıyordu zihinlerimizde:

“Kaynayan ulvî dâvâ coşkusu

Gönülde yatan hizmet arzusu

Dillerde söylenen zafer türküsü

Gelen nesl-i cedid nur ordusu

Ey nurdan cevher okuyan kervan

Yepyeni bir ufukla, geçin Barla’dan

Ey dâvâ çilesi yüklenen kervan

Müjdeler alarak geçin Barla’dan”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*