Nur mesleğinde cihad anlayışı

Âhirzamanın son müceddidi Bediüzzaman Hazretleri, çok cihetlerde içtihat yaparak dinde tecdid vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir. Bahsi geçen içtihatlardan birini de cihad meselesinde yapmıştır.

Bediüzzaman, fertten cemiyete giden bir ıslahat hareketiyle, insanların nefisleriyle yapacakları mücadeleyi en büyük cihad olarak görmüş ve o mücadelede tahkikî ve kuvvetli bir imanın en büyük temel dayanak olduğu gerçeğinden hareketle, iman esaslarının ispat, izah ve tebliğini mesleğinin temel taşı yapmıştır. “Millet irşad ve tenvir edilmelidir” beyanları bunun en veciz ifadesidir.

Bir savaş dönüşü sahabelerine Kâinatın Efendisi (asm) “Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” buyurunca sahabeler “Ya Resulullah! Düşmanla savaşmaktan daha büyük cihad olur mu?” diye sorduklarında “Evet, nefisle yapılan cihad, en büyük cihaddır” diye ferman etmiş. Ve “Senin en büyük ve zararlı düşmanın, iki göğsünün arasındadır, yani nefsindir” hadislerini rehber alan Bediüzzaman, devlet mefhumuyla uğraşmak yerine, insanların nefislerini ıslâh etmeyi ve tahkikî iman hakikatleriyle toplumun dünya ve âhiret saadetine hizmet etmeyi en büyük cihad olarak ders vermiştir. “Nefs-i emmâre daima kötü şeylere sevk eder” âyetinin ve “Senin en zararlı düşmanın nefsindir” hadisinin tefsiri sadedinde Bediüzzaman şöyle der: “Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla, kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimî sevemez; belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır. Ve kusurunu nefsine almaz, belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalâğalarla, belki yalanlarla nefsini medih ve tenzih ederek, âdeta takdis eder ve derecesine göre ‘Nefsinin heves ve zevklerini ilâh edinen kimseyi gördün mü?’ âyetinin tokadını yer.” (Lem’alar, s. 665)

Hayatı boyunca istibdat ve tahakküme boyun eğmeyen, esaret yıllarında Rusya’da kumandana ayağa kalkmayan, divan-ı harb-i örfide Hurşit Paşa’nın ve mecliste Mustafa Kemal ’in tehditlerine beş para değer vermeyip şiddetli mukabelede bulunan Bediüzzaman, Nur Risaleleri ve Nur Talebeleri ortaya çıktıktan sonra “Müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rızâ ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rızâ ile karşıladım.” (Emirdağ Lh. S. 870) demektedir.

Radikal bir anlayışla ve silâhlı mücadele yoluyla din nokta-i nazarından hak aramak gibi bir yola tevessül etmeyen Bediüzzaman, cihad mantığı içinde mesleğinin önemli bir düsturunu şöyle izah ediyor: “Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. ‘Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez’ âyetinin düsturu ile ki, ‘Bir cani yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk çocuğu mesul olamaz.’ İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dâhildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. (…) Ve cihad-ı manevîyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, ‘Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.’ Ben de Celâleddin-i Harzemşah gibi, ‘Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir’ deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım.

“Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı manevîyedeki fark pek azimdir.” (Emirdağ Lh. s. 871)

Şu uzunca iktibas edilen bölüm gibi, Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde izah edilen hakikatler muvacehesinde, Nur mesleğinin özünü ve ruhunu bilen Nur’un hakikî ve sadık talebeleri, cihadın en büyüğünün nefisle yapılan cihad olduğunun idrakindedir ve dâhildeki cihadın müsbet iman hizmeti cihetiyle, toplumun irşad ve tenvir edilmesi tarzında olduğunun bilincindedir.

Bahsi geçen hakikatlerden dolayıdır ki, bir asra yaklaşan cumhuriyet tarihinde Nur Talebeleri hiçbir menfî olayın içinde olmadılar. Her türlü kışkırtmaya rağmen, kendilerinin ve cemiyetin ıslâhından başka bir şeye iltifat etmediler. Her zaman âsâyiş ve emniyetin muhafazasına çalıştılar. Zira Nur mesleğindeki cihad anlayışı bunu gerektirmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*