Nur-u imanla ışıklandığın zaman…

Şu dünya sarayı, Rahman-ı Rahîm-i Zülcelâli Ve’l-ikram’ın ziyafetleriyle kurulmuş ve ihsanlarının sergileriyle açılmış, ta ki beşer o sofralardan Mabuduna yol bulabilsin. Şu var ki ancak bir mü’min, iman dürbünü marifetiyle o dünya ve ahiret meyvelerinin hakikî manasını idrak edebilecek; zahirî ve batınî duygularıyla ve manevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifa edebilecektir. (Şuâlar, Üçüncü bir keramet-i Aleviye, s. 919)

Evet iman sinemasından müşahede edildiği takdirde mazi ve istikbal, bakî ve nuranî âlemlere gark olduğu gibi; imtihandan geçirilmek üzere gelinen bu meydan ise, saadet saraylarına girmek için beklenen bir intizar salonuna inkilâb edecektir. 33. Söz’de Üstadımız kâinat için mu’ciznüma bir zat tarafından muntazaman tertip edilmiş, müzeyyen nakış ve hikmetlerle donatılmış bir ‘saray’ metaforunu kullanarak anlattığı temsilde sarayı yapan zatın sarayın her bir menziline telefon bağladığını ve o menzillerde birer pencere açarak kendi makamını görünür kıldığını ifade eder. Temsilden hakikate geçildiğindeyse o saray gibi kâinatın da her bir menzilinden, tabakasından, âleminden, taifesinden, hatta her bir ferdden, her şeyden, kendini gösterecek yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açan zatın Rabbimiz (cc) olduğunu beyan ederek, her bir kalbde de bir telefon bıraktığını izah eder. İmanın mahalli kalb olduğundan her bir kul Rabbiyle olan intisabını (bağlantısını) kalp telefonu vasıtasıyla gerçekleştirir. Eğer insan dalâlet ve sefaheti bırakarak tahkiki iman ile istikamet dairesine girer, o iman nuruyla kâinata bakarsa; imanının kuvvetine göre Cennet’in manevî lezzetlerinin bir nevîni dünyada dahi tadabildiği gibi, bakî âlemlerin lezzetinin bir nevîni de hissedebilmek bahtiyarlığına kavuşur. Ayrıca iman hakikatleri yalnız ilmî hususiyetleriyle değil lâtifelerin hisseleriyle de alâkadar olduğundan imanî meselelerde marifet talim ettikçe muhtelif suretlerde istifadeler artmaktadır. Yani derecelerine göre ruhun, kalbin, aklın, sırrın ve diğer letaifin hisseleriyle imanın nimetlerinden faydalanılmaktadır. (26. Mektub, 4. Mebhas, 2. mesele) Hatta İşarat-ül-İ’caz’da iman nuru ile ışıklanmış bir mü’minin kâinattan gelen manevî nidaları dahi işitebileceği bildirilir. Yani mahlûkatın lisan-ı hal ile yaptıkları bütün zikir ve tesbihatları fehmedebilmenin yanı sıra, bütün kâinatın İlâhî bir musıkî dairesi olduğunu anlayabilmek nimetine kavuşulabildiği ilân edilir. Bu nimetin ihsan edilmesiyle nuranî âlemlerin kalbî zevklerine gark olunacağı vurgulanır. Ve imanın nuruyla ışıklanıp kavîleşmiş (kuvvetlenen) bir göze; kâinatın, gül ve reyhanlarla süslendirilmiş bir Cennet misalinde göründüğü, bu suretle göz bebeğinin bir bal arısı edasıyla kâinat menzillerinin nakış nakış işlenmiş gül ve çiçeklerinden (tevhid, vahdet delil ve bürhanlarından) aldığı ibret ve tefekkür üsaresiyle (özsuyu) vicdanında tatlı iman ballarını oluşturabileceği nakledilir. Böylece ruhda yüksek lezzetler ve saadetler hissedilecek; kalb ve vicdanı ikaz edip, ruhu ihsas ettirdikçe, o saadetler ziyadelenecek ve manevî Cennetlerin kapıları bu dünyadayken açılabilecektir (İşarat’ül-İ’caz, Fatiha Sûresi, s. 53). Keza Üstadımız Bediüzzaman da “İmanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve İsm-i Hakîm’in göstermesiyle” kâinat kitabını mütalâa ederek, imanî meselelerin en muknî delillere dayandırıldığı Risalet’ün-Nur eserlerini te’lif etmiş ve bu asra takdim etmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*