Nur ve nar nasıl fark edilir?

Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, meşrûtiyetin ilânından sonra doğudaki aşiretleri gezer.

Meşrûtiyet ile alâkalı suallerini cevaplandırıp milletin akıllarındaki şüpheleri izale eder. Sonrasında bu sual ve cevapları Münâzarât adı altında neşreder.

Bir nevi hukuk ve demokrasi manifestosu olan bu dağ ve dere medreselerinde yapılan derslerde muhatapları Bediüzzaman Hazretleri’ne meşrûtiyet ve istibdada hizmet edenleri, müfsid ve müstakim olanları birbirinden ayırd etmek için şöyle sual ederler: “Nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklid ederiz.”1

Bediüzzaman Hazretleri cehlin özür olmadığını ve idrak sahibi her insanın doğru ile yanlışı neticelerine bakarak ayırd edebileceklerini söyler. Lâtif bir misalle meseleyi şöyle açıklar: “Şu sahrada bir nar görünür. Ben derim nurdur; nar olsa da, eski nârdan kalma zayıf, yukarı tabakasıdır. Geliniz etrafına halka tutup temaşa edelim. İstifaza edip tâ tabaka-i nariye yırtılsın, istifade eyleyelim. Eğer dediğim gibi nur ise, zâten istifade edeceğiz. Eğer onların dedikleri gibi nar olsa, karıştırmadık ki bizi yaksın.”2

Malûmdur nar, nura benzer. Fakat neticeleri itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. Nur’un dumanı yoktur, nur yakmaz, nurdan zarar gelmez, gelirse huffaşa gelir3. Nurun zararı ancak onu zarar telâkki edenlere ve gözleri karanlığa alışanlaradır. Nurun zararı ancak onu söndürmeye çalışanlaradır.

Evet o dönemde tartışılan meseleler günümüzden farklı değildi. Hatta günümüz insanları da o dönemin insanlarının evlâdı ve fikren kardeşidirler. Çünkü o dönemde de adalet ve hürriyet gibi nuranî kavramlar bir kesim tarafından zararlı ve İslâmiyet hakikatine aykırı görünüyor veya zannediliyordu. İnsanlar bu hakikatleri nar zannedip yanaşmaktan korkuyorlardı. Kendilerince dinin muhafazası için adalet ve meşrûtiyete karşı çıkıyorlardı.

Peki, gerçekten Nur’dan zarar gelmediği gibi adalet, hürriyet ve demokrasiden zarar gelmez mi? Gelirse kime gelir, neden gelir?

Kur’ân-ı Kerîm’in dört temel esasından birisi olan adaletten zarar gelmez, çünkü adalet-i mahzadır herkese saadettir. Adalet velev tam adalet olmasa dahi adaletsizlikten daha fazla menfaati vardır. Yarım adalet bir yakarsa adaletsizlik bin yakar. Adaletten zarar gelirse ancak zalim olana, gaddar olana gelir, çünkü adaleti karıştırmış başkasının hukukuna müdahale etmiştir. Zalim olan da kendine getireceği zararı bildiği için adalet istemez ona taraftar olmaz. Zalimi arıyorsanız adaleti istemeyenlere bakın.

Hürriyet de Bediüzzaman’ın tabiri ile “imanın hassasıdır (özelliğidir)”. Öyle ise hakikî hürriyetten de zarar gelmez. Hürriyet yarı hürriyet dahi olsa mutlaka esaretten daha faydalı, tam hürriyete yakın olduğu için daha hayırlıdır. Hürriyetten zarar gelirse ancak mütehakkim olana, kendi nefsine zulmedene, başkasının hürriyetine karışana ve karıştırana gelir. Mütehakkim arıyorsanız hürriyeti istemeyenlere bakın.

Demokrasi (o zamanki adıyla meşrûtiyet) de zararsızdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in “işlerinizde istişare edin” ve “onların işleri aralarında istişare iledir” âyetlerinin emrinin gereğidir. Demokrasi tam demokrasi olmasa dahi mutlaka istibdattan, tek adam idaresinden, monarşiden daha menfaatli, daha faydalıdır. Demokrasinin zararı da ancak müstebitlere ve cebbar olanlaradır. Çünkü onlar demokrasiyi karıştırmış ve kendilerini ikame için ona müdahale etmişlerdir. Müstebit olanları arıyorsanız demokrasiyi istemeyenlere bakın.

Ben de derim ki adalet, hürriyet ve demokrasi (meşrûtiyet) nurdur, onlara nar diyenler zalimler, mütehakkimler ve müstebitlerdir. Nar dahi olsa zulüm, tahakküm istibdad kadar şiddetli bir nar değildir hem de biz karıştırmadığımız için bizi de yakmaz. Adalet, hürriyet ve demokrasiden zarar gelmez. Gelirse zalime gelir. Mütehakkime gelir. Müstebide gelir. Onları muhafaza için de bu değerlerden vazgeçilmez.

Bilal Said Parlakoğlu

Dipnotlar:
1- Nursî, Said. Eski Said Dönemi Eserleri, s. 231.
2- a.g.e. 3- a.g.e. s. 207.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*