Nuranî kanunlar varlığı nurlandırır

“Netice-i Kelâm: Geçmiş yedi kanun, yani kanun-u rubûbiyet, kanun-u kerem, kanun-u cemâl, kanun-u rahmet, kanun-u hikmet, kanun-u adl, kanun-u ihâta-i ilmî gibi pek çok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer İsm-i âzam ve o İsm-i âzamın tecellî-i âzamını gösteriyor. Ve o tecellîden anlaşılıyor ki, sâir mevcu-dât gibi şu dünyadaki tahavvülât-ı zerrât dahi, gayet âlî hikmetler için kaderin çizdiği hudud üzerine kudretin verdiği evâmir-i tekviniyeye göre hassas bir mîzan-ı ilmî ile cevelân ediyorlar. Âdetâ başka yüksek bir âleme gitmeye hazırlanıyorlar. Öyle ise zîhayat cisimler, o seyyah zerrelere güyâ birer mektep, birer kışla birer misafirhâne-i terbiye hükmündedir ve öyle olduğuna bir hads-i sâdıkla hükmedilebilir.”

Zerrelerin hareketindeki hikmet iyice pekiştirildikten sonra, şeriat-ı fıtriyenin farklı renkler gibi farklı kanunlar şeklinde varlık âlemine yansıması yedi kanunla ifade edilmiş ve bu kanunlara itaatleri, itaat ettiklerinin gözükmesi ile de zerrelerin bir mercie bağlı oldukları, başıboş olmadıkları açık şekilde ortaya konmuştur. Bu kanunlar ayrı ayrı “Mânâ-i Harfi” köşesinde daha önce müstakil olarak ele alındığından tekrarlanmayacak ve sonraki kısımdan devam edilecektir.

Risale-i Nur terminolojisi genel olarak bütün kavramları, mülk-melekût ikilemi yada bütünlüğü içinde ele almaktadır. Mülk âleminden melekût âlemine geçiş, varlıklar âleminden zerreler âlemine geçişle pek çok açıdan benzerlikler gösterir. Mülkteki veya varlıklar âlemindeki zahiri netlikler, sınırlılıklar, belirlilikler melekûta doğru ortadan kalkarlar. Müşahhastan mücerrede, netlikten bulanıklığa, maddeden mânâya bir geçiş gözlenir. Bu nedenle olsa gerek, o alanda siyah ve beyaz, büyük ve küçük, dalga ve tanecik olma özellikleri aynı anda aynı maddede bulunabilir. Madde boyutundan mânâ boyutuna doğru geçişte varlıklar âlemini teşkil eden sınırlar, fertlere ait özellikler gittikçe silikleşir; daha sisli, daha bulanık ve sınırsız letafet kazanmış bir hale doğru geçiş gözlenir ve her şeyin tekleştiği, kişiliklerin, kişisel özelliklerin, “ben”lerin ortadan kalktığı bir âleme doğru geçiş gözlenir. Varlık boyutunda çekim kanunu, elektromanyetik kanun, kuvvetli çekim, zayıf çekim gibi adlar alan varlıkların işleyiş kanunları ise melekût yönüne gidildikçe “kanun-u rububiyet, kanun-u kerem, kanun-u cemal, kanun-u rahmet, kanun-u hikmet, kanun-u adl, kanun-u ihata-i ilmi” gibi asli boyutu ifade eden, gerçekliğin yansıması olan kanunlara dönüşürler. Bu aslında, eşyadan esmâya doğru bir yolculuktur. Ef’alden şuunata ve Zat’a uzayan bir seyahattir. Esmâ eşya şeklinde ifade edildiği ve Zat fiilleriyle görülüp, idrak edildiği için tersine bir seyirle aslolan esmânın idraki ve Zat’ın hissedilmesidir.

Sınırlıklar ve netlikler yalnızca mülk âleminin özellikleridir ve asli boyutun bu sınırlılıklar içinde idraki mümkün gözükmemektedir. Aslı idrak için maddeden geçebilmek, mülkü melekût derinliğinde idrak edebilmek ve soyut düşünebilmek şarttır. İdraki yalnız mülkün sınırlılıklarına hapseden pozitivist, determinist, materyalist yaklaşımlarla varlık asli boyutuyla, mülk ve melekûtu ile idrak edilemez. Bu dar alanlarda varlıkların yalnızca görülen boyutları ile kazandıkları anlam; sınırlılık, kartezyenlik, nisbilik, izafilik ve arıziliklerden uzak kalamayacaktır. Oysa varlıklar esmâyı ifade için var olmuşlardır. Onun ifadesine engel, gölge, perde olmamak için yok olmalıdırlar ve mülkte yoklukla gerçek varlık boyutuna yükselirler. Bunun merkezi, mercii ve muhatabı ise insandır. Soyut düşünebildiği, mânâya yönelik olabildiği ölçüde kendini ve varlığı anlamlandırabilir ve hayat varlık onun süzgecinden anlamlı ve asıl şekliyle geçebilir. Melekûta yakın hallerin kanunları da esas olarak bu mânâya hizmet edip, varlıklar şeklinde yansıyan isimlerin mülkten önceki işleyiş basamaklarının kuralları gibidirler. Bu, mülkün gerisindeki esmânın ifadesine hem bir zemin hem de kuvvetli bir delildir. Bu, güneşin nurani özelliklerinin çok çeşitli varlıklarda farklı farklı yansımasından önceki temel yedi renk haline dönüşmesine benzer. Aslı teklik ve nur olan güneş, bir sonraki basamakta yedi farklı renk haline dönüşür. Bu renkler varlıklar üzerinde farklı şiddetlerde ve farklı kombinasyonlarda yansırlar. Şems-i Ezeli ise temel olarak yedi isim veya yedi ism-i azam ile eşyada yansıyor olmalıdır. Güneşe yaklaştıkça isimlerin tecellileri de şiddetlenir ve bu kanunlar gerisinde âzam seviyesine ulaşır.

Güneşin tevhid olmuş ışıklarının rengarenk çiçekler, farklı şekiller, değişik varlıklar şeklinde yansıması misali; kişiler, özellikler, türler gibi sayısız varlıklar şeklinde yansıyan esmâ, kader ile sınırları çiziyor, kudret tekvini emirler şeklinde gözlenecek şekilde bu hudutlar içinde zerreleri gezdiriyor. Tek, soyut, sınırsız, zaman ve mekândan münezzeh halinden varlık, mülk boyutuna doğru bir seyir ile kesret ve teşahhusat oluşurken sınırları kader programı çiziyor, o sınırlarda kudret teşahhusatın en alt basamağındaki zerreleri hükmü altına alıp, tekvini emirlerine itaat ettirmekle varlık olarak adlandırdığımız tabloları hazırlıyor.

Daha önce de üzerinde önemle durduğumuz gibi burada aslolan nokta, mânâların esmânın şuur sahipleri dediğimiz muhatapların idrakine ve düzeyine uygun şekilde ifade edilmesinden sonra, tekrar mânâlara ve esmâya dönüşüm sürecidir. Bu süreç ve ifadeler tamamen sınırlı idrak sahiplerine, şuurlu hayat sahiplerine olduğu için izafidir, nisbidir. Hayat sahipleri idrakleri, şuurları ve mânâya muhatap olabilecek kapasiteleri ile eşyanın tekrar esmâya dönüşüm zemini olurlar. İşte zerreler bu esmâ-eşya-esmâ ya da melekût-mülk-melekût geçişlerinde bağlantı aracı ya da mânâ-ifade-mânâ sürecinde ifadenin şekline göre farklılık arzeden kâlem ucudur. Zerre kimi zaman taş, kimi zaman toprak, kimi zaman çiçek, kim zaman böcek, kimi zaman ceylan, kimi zaman insan ve kimi zaman da semavi cisimler olur ve onlar şeklinde ifade edilir. Bunların her birinin daha büyük âlemlere, daha sınırsız şekillere ve daha melekûti boyutlara namzet olduklarının ifadesini varlık yine farklı lisanlarla ortaya koyuyor. Bu nurani-melekûti boyuta geçiş ise hayatla ve ruhla mümkün olabiliyor. Mülk, hayat tezgahında melekûti bir özelik kazanıyor, madde, hayatla ve hayatı ayakta tutan ruhla ve ruhu anlamlandıran imanla mânâ buluyor. Zerreden güneşe her varlıkta ve varlığın her mertebesinde ve yukarıda sıralanan kanunların kontrolünde zerre bir talim ve terbiye içinde gibidir. Varlık âleminde ve mülk boyutunda işleyen kanunların gerisindeki bu yedi kanunun emriyle hareketi, zerrelerin, o âlemlerle irtibatının açık bir delilidir. Bu haliyle o yüksek âlemlere namzet olduğunun ve oraya gitmeye hazırlandığının işaretini verir. Bu yüksek âlemlere layık birer tuğla ve uygun birer yapıtaşı olabilmek için varlığın her mertebesinden geçer, her farklı şeklinde şekillenir ve eğitim görürler. Zerreyi o nurani âlemlere taşıyacak ruh ve ruhun varlık âleminde en bariz yansıma şekli hayattır. Bu talim ve terbiyenin en uygun zemini de hayat olmalıdır. Şu gözönündeki tablo çok fazla akıl yürütme, muhakeme ve mantık silsileleri içinde değerlendirmelere bile gerek bırakmadan, anlık bir zihni intikal ile bizi bu hükme ulaştırır. Bu hükümle iman hayata hayat olur, zerreler ve bütün âlem nuranileşir, anlam kazanır ve varlık abesiyetten, hiçlikten kurtulur; Şems-i Ezelinin nurani kanunları, azam mertebedeki isimleri varlığı nurlandırmış ve aydınlatmış ve asli şekilleri ile görünmelerini sağlamış olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*