Nurculuk alet edilemez

Doç. Dr. Gülümser Heper’in diğer bir önemli yanılgı ve çelişkisi de, Said Nursî’nin modern bilimlere bakışı hakkında yaptığı temelsiz değerlendirmede kendisini gösteriyor.

Önce “Said Nursî Kur’ân’ı modern bilimlerin ışığında analiz ettiğini iddia eder” diyor, ardından “Ancak, modern bilimlerin insanı Allah’tan uzaklaştırdığını, Allah’ın rehberliğinden ayırdığını ileri sürer” iddiasında bulunuyor. Ama diğer iddiaları gibi burada da herhangi bir kaynak göstermiyor.

Halbuki Risale-i Nur’un orijinal metinleri, yazarın bu iddiasını da doğrulamıyor, tekzip ediyor.

Muhakemat’taki “İslâmiyet fünunun seyyidi (fenlerin efendisi) ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir” (s. 8) ve Sözler’deki “Her bir ilmin, her bir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor” (s. 238) cümleleri bunun örneklerinden yalnızca ikisi.

Kendisine gelerek “Bize Yaratıcımızı tanıt. Öğretmenlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” diyen lise talebelerine “Sizin okuduğunuz her bir fen, kendi lisanıyla Allah’tan bahsedip Yaratıcıyı tanıttırıyor. Öğretmenleri değil, onları dinleyin” (Şuâlar, s. 187) diye cevap veren de Said Nursî.

Keza, akıl, ilim ve fennin hükmettiği bir istikbalde, aklî delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân’ın hükmedeceği ifadesi de (Hutbe-i Şamiye, s. 27) yine ona ait.

Heper yazısını bunları okumadan yazdıysa, kaynağını cehaletten alan bir cür’etkârlık sergilemiş; yok, okuduğu ve bildiği halde böyle diyorsa, kasıtlı bir çarpıtma örneği vermiş demektir.

Son olarak, yazarın Said Nursî hareketine has özelliklerden biri olarak nitelediği “İslâm-Hıristiyan birlikteliği” bahsini de eksik bırakmayalım.

Doğrudur; Bediüzzaman’ın bu meseledeki tavrı, kendisine has orijinal bir özellik taşıyor ve onu diğer birçok İslâmî hareketten farklı kılıyor.

Ama Doç. Heper’in bu konuyu ele alış biçimi de Said Nursî’nin yaklaşımıyla hiç bağdaşmıyor.

Bediüzzaman’ın bu noktada kullandığı ifadelere dikkat etmek lâzım. O, Müslüman-Hıristiyan ittifakının “zındıka ve mütecaviz dinsizlere karşı” olduğunu söylüyor. Ve ittifak kurulacak Hıristiyanlarda bulunması gereken özelliği “hakikî dindar İsevîler” kelimeleriyle tarif ediyor.

Bu ölçülerin ne şekilde uygulanacağının örneklerini de bizzat kendi tatbikatıyla gösteriyor.

Meselâ Vatikan’a eserini gönderir ve ziyaret ettiği Fener Patriğiyle tebliğ eksenli bir sohbet yaparken, talebelerinden birinin bir eserini Amerikalı bir diplomata vermek istemesi üzerine “Hayır” diyor, “Kafası siyasetle meşgul olanlara kitabımı vermeyin. Sadece din için çalışan ve bu çabasına başka şeyleri asla karıştırmayan hakikî dindar ruhanîleri bulursanız onlara verin.”

Nurcuların bu niteliklere sahip misyonerlerle ittifak kurmaları gereğini önemle vurguluyor.

Temas edilecek ve ittifak kurulacak Hıristiyanlar için böylesine kılı kırk yaran bir dikkat ve hassasiyetin, kapitalizme uydurulmuş veya birtakım emperyalist siyasî projelere eklemlenmiş “Hıristiyan” unsurlara gözü kapalı kucak açarak sonu belirsiz tuzaklara düşmesi beklenebilir mi?

Bu arada, Risale-i Nur’a hariçten bakan kimilerince, Gülen hareketini yorumlamak için yapılan toplantılarda “Said Nursî’nin düşmanı materyalist felsefe ve komünist ideolojiydi” denildikten sonra, “Siyonizm ve Batı tipi sömürgecilik değildi” gibi, Risale-i Nur’da hiçbir dayanağı bulunmayan sokuşturmalara kalkışılmasının, Said Nursî ve Nur hareketi için hiçbir bağlayıcılığı olamayacağını ayrıca ifade etmeye gerek var mı?

Doç. Heper “kapitalizmin yeni garantörleri” arasında Nurculuğu da göstermek için bu çeşit referanslara yer verdiğine göre, demek ki var.

Batı medeniyetinin çatışmacı, sömürücü, emperyalist ve insanları yoldan çıkarıcı yüzüne en sert ve köklü eleştirileri yönelten Bediüzzaman’ı kapitalizm, emperyalizm ve siyonizmle barışık göstermeye ve bunlar için aracı olarak kullanmaya kalkışmak kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*