Nurculuk-topuzculuk ikilemine Köprü çözümü

Önemi sebebiyle bugün köşemizde Prof. Dr. Nuri Çakır’ın Köprü Dergisinin “Devlet ve Cemaatler” konulu son sayısında çıkan “Nur Cemaatleri ve Topuz Cemaatleri” başlıklı yazısının giriş ve sonuç kısmını paylaşalım:

Yazının girişi şöyle:

“Bediüzzaman Said Nursî kendisinin ve talebelerinin hizmet metodunu ve bu metodun siyaset ve idare ile ilişkisini açıklarken nur ve topuz kavramlarından da faydalanır. Risalelerde birçok yerde geçen bu kavramlar özetle ve mealen şu biçimde kullanılır: Siyaset kavga sebebi ve mücadele alanıdır. Oysa Kur’ân’ın nuruna herkes muhtaçtır ve bu nuru hemen hemen herkes kabul eder. Yeter ki o nurlar siyasi ve dünyevi hedefler için kavga aracı ya da sebebi gibi görünmesin. Bu yüzden Kur’ân’dan ders alıp bu dersi insanlığa aktaran hizmet erbabı ve ekipler yani dinî cemaatler, devlet kuvveti anlamındaki siyaset topuzunu elde etmeye ve elde tutmaya çalışmamalı, devleti elde etmeye çalışan siyasi cereyanlarla arasında organik bir bağ kurmamalı, nur ve nasihatle yetinmelidir. Siyaset ve idare işini ise ehline bırakmalıdır. Bu tercihin sonucu olarak, Nur Talebelerinin de elinde siyaset topuzu yoktur, sadece Kur’ân nuru vardır.…”

Yazının sonuç kısmi ise şöyle:

“Yukarıdaki tasniften de anladık ki hizmet erbabı üç türlüdür:

1-Vaktini sadece nasihatle dine hizmet etmeye tahsis eden dindarlar: Bunlar başka isimlerle de anılsalar yukarıdaki metne göre nurcudurlar. Hayatını sivil din hizmetine vakfetmiş olan kadrolu ya da kadrosuz kahramanlar böyledir.

2-Dine hizmet iddiasıyla vaktini sadece siyasete ve bürokrasiye ayıran dindarlar: Bunlar nurcular arasında da görünseler ya da kendilerine nurcu da deseler aslında topuzcudurlar. Yanlış metot içindedirler.

3-Siyasete ve bürokrasiye de önem vermekle birlikte nur ve nasihate de vakit ayıranlar: Mesela gündüz bürokrat akşam sohbet erbabı olanlar. Bunlar iki statüyü birbirine karıştırmadan faaliyet yapabilirlerse kaynak israfı dışında bir zararları olmaz. Ama iki statüyü birbirine karıştırırlarsa hem nasihatleri tesirsiz kalır ve hem de çevrenin rekabet hisleri depreşir ve dine faydadan ziyade zarar verirler.

Aynı gerekçelerle dünya üzerindeki dinî cemaatler de üç türlüdür:

1-Sadece nurcu cemaatler: Dinî nasihatle yetinen ve dolayısıyla dini siyasette araç ve malzeme yapmayan nasihatçi cemaatler. Bunların sayısı ve gücü, yukarıda da tesbit edildiği üzere –maalesef-olması gerekenden çok az.

2-Sadece topuzcu cemaatler: Devletin siyasi ya da bürokratik kuvvetini ele geçirmeyi hedefleyen ve bu resmî kuvvet eliyle dine hizmet etmeyi önemli görenler: Bu kitle nasihate vakit ayırmaz ve gerek de duymaz. Dinî eserleri bile sadece ekibine militan yetiştirmek üzere okur ve okutur. Müthiş bir israf kaynağı ve yanlış anlama örneğidir. Çoğunlukla radikal metotlar kullanırlar ve dolayısıyla bunlar aynı zamanda İslamofobinin de kaynağıdır.

3-Hem nurcu hem topuzcu olmaya çalışanlar (siyasetli cemaatler): Dinî nasihate de önem ve değer vermekle birlikte asıl hedefi ve gayesi devleti ele geçirmek ve devlet topuzu eliyle günahı engellemek olan dindarlar. Bu kitle de benzemezleri bir arada tutmaya çalıştığı için kaynak israfına ve başarısızlığa sebep olur.

Bediüzzaman şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınmayı dilediği 1920 ile 1960 arasındaki ikinci ve üçüncü hayat devresinde siyasete girmemiş ancak zaman zaman ve gerektikçe siyasete bakmış ve siyasete temas eden bazı eserler ve mektuplar yazmıştır. Bu faaliyetler hiçbir zaman siyaset topuzlarına el atmak anlamına gelmemiş, daima, asıl işi olan nur gösterme ve nasihat etme faaliyetine yardımcı ve ön açıcı faaliyetler seviyesinde kalmıştır.

Kendisinin vefatından sonra talebeleri de aynı yolda devam etmişler, asıl hizmet olarak daima “iman hizmeti”ni görmüşlerdir.

Ancak aynı dönemde ve halen, dinî nasihat kapasitesine sahip dindarların büyük ekseriyeti mesailerini ve sermayelerini devletin siyasi ya da bürokratik kuvvetini ele geçirmek için kullanmışlar ve fakat elde ettikleri makam ve kadroları dine hizmet ettirmeye de muvaffak olamamışlardır.

Bu sonuç da göstermektedir ki, Bediüzzaman’ın ve talebelerinin “devletten uzak ve Allah’a yakın” sivil ve ihlaslı pozisyonlar eliyle ve ferden ferdâ nasihatle dine hizmet metodu, bu zamanda en doğru metottur.

O halde hamiyet sahibi dindarlar Risalelerden ve dine hizmet etmeye gayret edenlerin hayat tecrübelerinden ders almalı ve dine hizmet için devleti gereğinden fazla önemsemekten vazgeçmelidirler. Dini korumak ve yüceltmek devletin tekelinde olmadığı gibi modern devletin aslî vazifesi de değildir ve bundan sonra da olmayacaktır. Din bundan sonra ancak sivil alanda ve ihlasla yaşanarak gösterilen bir tatbikatın nasihatiyle canlanacaktır.

Özetle, dinî cemaatler devletten uzaklaşmalı, siyasetten müstağni kalmalı, siyasetin aracı haline gelmekten kaçınmalı, devleti elde etmeye ve elde tutmaya çalışmak gibi ilk bakışta sihirli görünen ama aslında din için de devlet için de riskli olan yaklaşımlardan da uzak durmalıdır.

Zira İslam’ın ve dünyanın “topuz cemaatleri”ne değil, “nur cemaatleri”ne ihtiyacı var.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*