Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 14

Ferdiyetten  Cemaate…

Veya Şahs-ı Manevinin Tatbiki İcraatı…

Ahir zaman dinsizliğinin tahribatını tamir için  Risale-i Nur sistemini meydana getiren Bediüzzaman Hz.lerinin, bilhassa 1927 lerden sonra, şahs-ı manevinin en temel esası olan „meşvereti“ talebelerine göstermesi istikametindeki derslerini biliyoruz. Yazdığı eserlerini, o eserlerin fihristesini, neşir sitratejisini ve Kur’an düşmanlarına karşı geliştirdiği metodunnun icraasını devamlı bir şekilde talebeleriyle meşveret eden Üstadımızın, bize „Meşveret-i şer’iyyeyi” ders vermekte olduğunu ve önemini, bu dersleriyle ihsas ettiğini de anlıyoruz.

1950 lerden sonra, demokratlar döneminde başta Zübeyir Gündüzalp olmak üzere yakınına aldıkları talebeleriyle de bu usulünü teşri etmeye çalışmış. Özellikle yanına aldığını belirttiği Zübeyir Gündüzalp’in üzerinde hassasiyetle durması ve kendisinden sonra Zübeyir Ağabey’in, Üstadımızın Risale-i Nur ile belirlediği „meslek-meşrep“ meselesinde öne çıkarak Risalelerdeki teoriyi teşebbüsleriyle pratize etmesi, ferdiyetin üstadımızdan sonra yerini tamamen cemaate ve şahs-ı maneviye bıraktığını gösterir. Bediüzzaman’ı yakından görmüş, bazıları dersinde ve hizmetinde bulunmuş, bazıları medrese alimi ve diğerleri de Risale-i Nur’larda mütehassıs oldukları halde; Zübeyir’in çağrısına müsbet cevap vermeleri, hepsinin bu şahs-ı manevinin halkasına sımsıkı sarılmaları ve ta, siyasal İslâm kanalıyla içimize gelen 1969 fitnesine kadar bu kudsi cepheyi terk etmemeleri; Üstadımızın yerine geçen „meşveret ve şuranın“ başarısından başka bir şey değildi.

Zübeyir Ağabey’in genç yaşta vefatı, Komünist-Kemalist ihtilalcilerin 12 Mart müdahaleleri ve Kemalistlerin büyük yardımıyla politika arenasına çıkarılan dindarların  fahiş hataları, Risale-i Nur Cemaati’nde de kırılmalara yol açmıştı. Siyasi ve içtimai fırtınalarla saf-ı evveldekilerin bir kısmı da dahil olmak üzere cemaatte  sağa-sola savrulma ve dağılma başlayınca; nifak cereyanı ile hariçteki yoldaşları, Risale-i Nur’un hizmet metodolojisine „suret-i hakktan“ görünerek hücuma başladılar. Zihinleri müşevveş ederek Risale-i Nur’daki temel esaslarla çelişecek, güya medeni-felsefi yeni usuller uyduruldu ve yeni yollara sapıldı. Zahiren Nur talebelerini şahs-ı maneviden  koparan ve bize nazari görünen bazı noktaların müşahhas örneklerini geçmiş bahislerde kısmen verdiğimizden, burada girmeyeceğiz.

Bu şahs-ı maneviden ayrılan „şahıslara bağlı“ gurupların, dağdan ayrılırken coşkun ve ovaya indikçe kurumuş derelere dönüşmelerine belki de yüzlerce kez şahit olduk. Sırrın, şahs-ı manevi ve şurada olduğunu ya geç anladılar veya istiğfar faziletinde bulunamadıklarından dolayı, çoğu hayatlarını Risale-i Nura hizmetten uzak beyabanlarda geçirdiler.

Kur’an hizmetlerini varlıklarına birer tehdit gören nifak hareketleriyle global dinsizlik cereyanları, bu kudsi hizmeti ortadan kaldırmak veya en azından durdurmak için o tarihten günümüze mütemadiyen çalışıyorlar. Cepheden hücumun, açıktan saldırmanın veya merdane vuruşmanın „Risale-i Nur“ hareketine kuvvet kazandırdıklarını her anladıklarında, işi münafıklığa ve içerden müdahaleye döktüklerini de hatırlamamız lazım. Zaten şu yazı serisinde ifadeye çalıştığımız en önemli hususların başında, Risale-i Nur muarızlarının entrikalarını deşifre etme geliyordu. Her türlü müsbet manayı menfi ile karıştırma, mukaddes mefhumları tahrip etme, değerleri itibarsızlaştırma, dinleyicilerinin dikkatlerini dağıtarak teşettüt ve müşeveşşiyete kapı açma ve bilhassa ahlakı bozma gibi insaniyet karşıtı icraatlarıyla, sair dini cemaatlerin bünyesinde hareket ettikleri gibi içimizde yürümek isteyen „nifak cereyanına“ karşı, bizi teyakkuzda tutacak ve muvaffak edecek düsturların da Nur’larda olduğunu söylemek malumu i’lam olabilir.

Üstadımızdan sonra; meselelerimizi halledecek, bizi fütuhata götüren projeler hazırlayacak, muhtac olduğumuz muhabbet ve tesanüdümüzü sağlayacak ve diğer İslâmi cemaatlerle ve bilhassa Nur gardaşlarımızla belli alanlarda çalışmalarımızın alt yapısını hazırlayacak „meşveret ve şuraya“ zındıkanın hücum usulünü de öğrenmemiz gerekiyor. Daha önceleri „ demokrasinin İslâma“ zıt olduğu iddialarıyla cemaatteki meşveret zeminini tahrip ederlerken, günümüzde ise Nur’un istişare usullerine müdahale ile o meşvereti engellemeye çalışıyorlar. Hedefi dünya saadeti, menfaati, idaresi ve meselelerini çözüm olan ehl-i dünyanın meşveret biçimini  „şer-i meşvereti“ ile mübadelesi elbette tahribe kapı açacaktı. Önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere ikibin’lerden sonra Cemaatin kullandığı terminolojiyi değiştirme yoluna masumane gerekçelerle tevessül edenlerin çalışmaları, Risale-i Nur’dan çıkarılan sistemimizin yalnız dilini değil manasını da değiştirmişti. Açıkça tasrih etmeseler de, delege, takım, parti, guruplar, medya, başkanlar, sekreterler, propaganda ve seçimi almak gibi dünyevi tabirlerle, Üstadımızın eserlerinde biçimini, kriterlerini, hedefini ve usulünü beyan ettiği mübarek sistemi tahribe yöneldiklerini, çoğu kez sonradan görüyoruz. Bazen; hayatını nura vakfetmiş ve cemaat içinde her türlü fedakarlıklarla hizmet-i İmaniye’de koşuşturmuş tecrübeli, muhabbetli ve ihlaslı ağabeylerin, buradaki siyasi entrika ve sistemi istismarla, dün daireye girmiş ve hala dost kriterlerini aşamamışlar karşısında mağlup gösterilmeleri, sistemin tekamül ettirilmemiş cihetlerini kullanarak „şer-i meşveretin“ yolunu kapatmaya çalışanların gayretini gösteriyor, kanaatindeyiz. Aktüel olmayan bu hususa, 1987 den beri içinde bulunduğum meşveret heyetlerinin tesisi esnasında yaşanılan hadiseler delil sayıla bilinir.

Cemaatin seçime dayalı bazı küçük eksiklik ve dikkatsizliklerinden ortaya çıkan nazlanmalar dan, haksız rekabetlerden, tartışmalardan ve maalesef bazen gıybete varan münakaşalardan incinen hassas ruhluların; Şahs-ı maneviden, şuradan, istişareden, cemaat ve sistemin bütününden şikâyet etme yerine; Risale-i Nur’un bütününe dalıp meşveret-i şeriyyenin asli unsurlarını çıkarmak ve bizden daha fedakârca bu davaya gönül vermiş kardeşlerimizle paylaşmamızla, buradaki eksiklerimizi gidereceğimiz  gibi, şahs-ı manevimizi de kuvvetlendirir. Hem İslâm’ın kendi tarihçesi ve hem de Risale-i Nur talebelerinin yakın tarihi, bu davanın „şahs-ı maneviyi“ bağrında besleyen şurasız olmayacağını sayısız hadiselerle ortaya koymuştur.

Şahs-ı Maneviye „meşveret usulleri“ üzerinden hücum ederek cemaati parçalamak, meşveret ve şurayı itibarsızlaştırmak ve Nurlardan derlenen usul ve sistemleri suçlamak emelinde olanların; Risale-i Nur karşısında açık mücadelelerinde mağlup düşenlerin, nifaka yönelerek, üstad makamına çıkardığımız „şahs-ı manevinin“ şurasını ve dolayısıyla icraatını engellemeye çalışan cereyanlardan başkaları olmadıklarını belirterek, bu önemli mevzuya inşaallah devam edelim.

Benzer konuda makaleler:

5 Yorum

  1. Evet, burada yazılanlara binler defa evet. Şahsımanevinin üstadlığını bu cemaat nurlardaki usulünce mutlaka gerçekleştirmeli. Olmazsa azıcık kazancımız da cemaat çalışmalarımızda buharlaşıp kalıyor. Sıfır elde var sıfır.Bu makalede yazılanların gerçekleşmesine dua.

  2. Burada anlatılan usullerin bir sıra halinde anlatılması daha mı güzel olurdu.Risalelerde geçen meseleler oldukları halde, amel etmede çoğu kez unutuyoruz. Güzel olmuş.

  3. Bir yandan nurculuğun tarihçesi, aynı karede yapılmış hücumlara geliştirilmesi gereken tedbirler ve merkezine de istişareyi yerleştirmeniz tablonun güzelliğini tamamlamış.

  4. Nur talebelerinin ittihat ve tesanütlerine yardımcı olacak şu tarz yazılara çok ihtiyaç var. Hem sitemizi ve hem de yazarımızı tebrik ediyoruz.

  5. Makalede iki önemli anahtarmefhum var. Biri; ” meşveret-i şer’iyye”, digeri; “nur’un istişare usûlüne müdahele”. Bu iki konu üzerinde daha detaylı çalışmaya ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Tevfik-i İlâhî refîk ola…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*