Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 5

İHTİLAL SELİNE KAPILAN KİMLİKLERİMİZ

12 Eylül Musibetini yaşarken nurcular, bu felaketin kapladığı alanın   farkında değillerdi. En hakperestleri olayı, Kemalistlerin dini cemaatlere veya İslâmî  sembollere olan klasik „düşmanlığı“ olarak telakki ediyorlardı. Fakat buradan,  yani 2019’dan 1980’e baktığımızda, hadisenin geniş zaman ve mekân ve tüm dindarları kapsayan büyük  bir proje olduğunu, tam 38 sene sonra anlıyoruz.

İhtilalciler, dindarları ve demokratları önce korkutmuşlardı… Onları, aralıklı ve planlı – sonradan öğreniyoruz – periyotlarla nezarethanelere, hapishanelere veya gözetim merkezlerine alıyorlar ve namüsait mekân ve şartlarda „Yeni programlarını“ uzun süre telkin ediyorlardı. Neşri temayüz etmiş nurcuların  hoşuna gitmeyecek mahrem dosyalar da ikna için yardımcı unsurlar olarak kullanılıyor ve bir sonraki safhaya geçiliyordu… Resmi ideolojiye biati olanları kendilerince emin kişilere teslim ediyor ve ellerine yıllar sürecek  yol haritalarını  veriyorlardı. İşte burada „kimliğin kaybını” netice verecek bir anlaşma imzalanıyordu: Merkezin bilgisi dışında hiç bir paralel cemaatle görüşülmeyecekti… Gizli anayasa, Kemalizm’in yol haritası ve yasalarda; zaten dini cemaatin öz kimliği ile görünmesine müsaade edilmiyordu… Yeni bir ihtilal oluverirse; açığa çıkanlar hem 27 Mayıs’ta, hem 12 Mart’ta ve nihayet 12 Eylül´de hesaba çekildikleri gibi yeniden sorgulanabilirlerdi… Nitekim hemen 15 sene sonra; Kemalistlerin gizli ahitnamesine tam  uymayan bazı dindar gazetelere, tarikat ve cemaatlere yaptıkları gibi…  Bu tatbikatın detaylarını  Çevik Bir Paşa ve çevresindeki zevat  çok iyi bilirler. Atatürkçülük adına dini cemaatlere ve sivil toplum kuruluşlarına dayatılan kimliklerin temel şartları belliydi:

Tesettüre müsamaha gösterilmeyecek,

Faiz, Kumar, alkol ve zina aleyhinde dindarlar konuşmayacak,

Cinsel ahlaksızlık, müstehcenlik ve teşhirin bir insan hakkı olduğu telkin edilecek,

Türk milletinin geleneksel kadın-erkek münasebetleri Neoliberal program çerçevesinde temelinden değiştirilecek,

Nikâh müessesi itibarsızlaştırılacak,

Dini sembollerin kamusal alandaki etkinlikleri bitirilecek,

Haram-helal mefhumu, kul hakkı kavramı ve alın teri gibi kutsal manalar tedai ettiren kelimeler itibarsızlaştırılacak,

Dindarların dünyevileşmeleri önündeki tüm engeller kaldırılıp; onların tatil, bayram, finans ve İslam kardeşliği telakkilerinin yeni biçimleri hazırlanacaktı. Bu yeni kimliklerin formatları da renkleri de ve ham maddeleri  de tamamen ithaldi.

12 Eylül´den önceki anarşizm ortamı, iki üç sene içinde adeta „tatlı su balıklarının“ rahatça  şehirlerde ve şehir semtlerinde dolaşabilecekleri zaman ve ortamlarla yer değiştirmişti… Artık Ankara’nın Kurtuluş’unda silah sesleri yükselmediği gibi, dünde çatışan sağ ve sol grupların , parklarda  kızlı-erkekli  arkadaşlar halinde muhabbet ve  sefaları teşvik ediliyordu.  Bu manzarayı cuntacılar ihtilaldeki haklılıklarına delil gösterirken, ANAP’ın muhafazakâr liderleri de siyasi başarıları olarak ilân ediyorlardı.

Hem dini cemaat mensuplarına ve hem de onlarla irtibat içindeki din adamı, eğitimci, siyasetçi ve bürokratlar aracılığıyla ahaliye  devletin kimliğindeki renk ve çizgilerin esas alınması her yerde telkin ediliyordu: Bireysel hürriyetleri ve hatta az da olsa toplumsal hürriyetleri, resmi ideolojinin çerçevesinde kalınarak ahali yaşayabilecekti… Bu yeni dönemin her yerde sivil giyinmiş  resmi ideologları vardı. Yukarda değindiğimiz üzere  kırmızı çizgileri izah ederken; M. Kemal ve İlkelerine asla itiraz etmemesini, Kadın hürriyetlerini Avrupa’dan da ileri safhalara taşımayı, zinhar tesettüre müsaade edilmemesini, İslam ve bilhassa ibadeti çağrıştıracak sembol, işaret ve eylemlerden uzak durulmasını … Kamuoyu tartışmalarında en güzel duruş ise  susmak… İlle de bir şey söylenecekse resmi ideoloji istikametinde konuşmak… Yani yarın sorguya çekildiğinde, Kemalizm’e zıt bir fiil ve sözde bulunmadığını ispat edecek şekilde yaşayanlara bürokrasi ve ticaretin yolları, sonuna kadar açıktı.

NURCULARIN KİMLİKLE İMTİHANI…

Yeni Asya Gazetesi etrafında kalanların, azınlıklar halinde devam ettiklerini Kemalistler biliyorlardı… Mümkün olduğu kadar; devlet imkânlarının ve nimetlerinin Yeni Asya´yı okuyanlara kapalı olacağı telkini yıllarca devam etti ve ediyor.

Fakat diğer bir kısım Nurcular; bu kareye girmemeye büyük itina gösterdiler… Evvelâ M. Kemal ile bir kavgalarının olmadığını tarihe deklare ettiler. Sonra, ilim tahsili yolunda – geçici olarak, bazı meselelerde  taviz verilebileceğini çevrelerinde anlattılar. Bir müddet sonra, İstikbal korku ve endişesine kapılanlar arasındaki dönüşüm mesafe kazandı: Çocuklarına isim verirlerken; İslam tarihindeki şahıslar veya dini mânâları tedai etmeyecek isimler aradılar. Türk İslam çizgisiyle daha çok „Türkçü“ isimlere yöneldiler. Kadınların başındaki örtülere eş zamanlı olarak, erkeklerin parmaklarındaki gümüş yüzükler altınla yer değiştirdi… Giyim ve tıraş gibi hususlarda da „Dindar“ hissi verilmemesine çalışıldı… Devletin idarecileri, seçtikleri vekiller ve hatta cumhurbaşkanları muhafazakâr oldukları halde, devletin bütün hücrelerinden dışarıya lanse edilen „Korkunun“ nerelerden üfürüldüğünü, henüz günümüz nurcuları da biliyor anlayabilmiş değiller.

Risale-i Nur’u tanıyamamış ve okuyamamış dindarlarımızın  dini simge, sembol, çevre ve kimliklerden kaçışını; yukarıda zikrettiğimiz sebeplerden dolayı az çok anlayabiliriz… Fakat, Risale-i Nur’dan haberdar bazı nurcuların kaçışını… Hayatı serapa sünnet-i seniyyeyi ihya yolunda ölümü kovalayarak geçmiş Bediüzzaman’ın yolunda yürüdüklerini iddia edenlerin kaçışını anlamak asla mümkün olmadı… Bırakılan sünnet-i seniyyeyi yaşamak… Farzlar vardı: Namaz kılacaktık, Oruç tutacaktık, hacca gidecektik ve kadınlarımız başlarını örteceklerdi… Ve dikkat etmemiz gereken  haramlar vardı: Faiz haramdı, takiyye ve yalan haramdı, kadın erkeklerin halveti haramdı, ehl-i dünya gibi havuz ve plajlarda eğlenmek haramdı, din kardeşini gıybet haramdı, bid’a haramdı…

Bu ihtilalden önce nurcuların en belirgin tarafları teferruatlı kimlikleriydi: Tesbihatları, gümüş yüzükleri, selamlaşmaları, tıraş biçimleri, ümitli duruşları, kadınlarının tesettürleri, ceplerindeki kitap ve gazeteleri ve simalarındaki hususiyetleriydi… Evleri de kendileri gibi… Mütevazi… Mis kokan bu evlerin duvarlarında birkaç dini tablo ve manzara… Büfe isimli dolaplarında incik boncuk yerine kitaplar dizilmiş halde tipik nurcu evleri… Teferruatlı kimliklere karşın ikramları pek teferruatlı sayılmazdı. Kırmızı kitapları tamamlayan çaylar geldikten sonra, gerisi teferruat sayılardı… Zübeyir Ağabeyin bahsettiği „çay altını“ da unutmamamız lazım. Aç mideyle iş yerinden giderek derse gelenlere “kurtarıcı“ gibi gelirdi, bu çay altıları… İşte Kemalizm, bu mütevazi evlerin şen şakrak muhabbetli havasını kaçırmak için de genellikle „Korku“yu kullandı, 12 Eylülden sonra…

Nurcuların kimliklerine musallat olmuş gizli Kemalistlerin , evlerinde, medrese ve dershanelerindeki Risale-i Nur  ders formatlarını dönüştürme gayretlerinin muhasebe, süreç ve mahiyeti, Nur Talebelerinin kendi aralarında yapacağı „iç muhasebe“ ile ortaya çıkacak şeylerdi. Halbuki hem Üstad ve hem de Risale-i Nur Sistemini Üstad’tan sonra pratiğe döken Zübeyir Ağabey ve diğer Talebeler;  bütün bu pratiklerin  yerlerini Risale-i Nur’dan bize  göstermişlerdi. Ehl-i tahkik bir nurcunun; çoğulcu, yenicilik ve hormonal dönüşüme müsaade etmeyeceği bir vakıa idi…

Kimlik kaybı ve değişimini Nur Talebelerinde, diğer ehl-i imana nisbeten daha düşük seviyede olduğunu da söyleyebiliriz. Yalnızca dindarlarda değil; tüm insanlarda fıtratı bozmaya yönelik yapılan „dönüşüm hadisesinin“, Özal ile birlikte dışardan paket programlar halinde getirildiğini de sonradan öğrenmiştik. Neoliberallerin; önce etnik kimlikleri itibarsızlaştırdığını – Türkçülük yaparak – ve ardından inançlara ve özellikle tarikat ve mezheplere yöneldiğini biliyoruz. Toplumda hürmet, doğruluk, sadakat, samimiyet, ve fazilet, fedakarlık, şeffaflık, emniyet, iffet ve izzet gibi sosyal temellerimizin harcı olan değerleri bitirmeye yönelen serseri, geveze, ukala, fırıldak, hayvanî duyguları öncelleyen, zekî, riyakâr ve dünya gösterişiyle saldıran bir güruhun nasıl peydahlandığını, sosyal araştırmacılar mutlaka tespit edeceklerdir. Ana dili Kürtçe olan bir insanın baba memleketini gizlediği, toplumda kişilerin mensup oldukları cemaati sır gibi saklamaya çalıştıkları, Müslümanların ortak paydalardan daha çok farklılıkları konuştuğu ve dindarların neredeyse komünist, mason ve Kemalistlere – zahiren – aramızda bir fark kalmadı dediği dönemler; yakıcı Temmuz güneşinin her rengi  yutarak kendi rengine bürüdüğü dehşetli zamanlardı.

Bu tespitlerle, yeniden “Bismillah!” diyenlere yardımcı olabileceğimizi  düşünüyoruz.  Zira kimliklerimizin kaynağı olan Kur´ânî hakikatler tazeliğini ve taravetini aynen koruduklarına göre, Yunus’un dediği üzere her gün yeniden doğarlar, Nur talebeleri… Sünnet-i Seniyye´yi bu zamanın şartlarında ihya da vazifeleri olunca; yağmurlar ve fırtınalarda ıslanarak okunmaz hale gelmiş veya kavurucu güneşlerin renklerini yuttuğu kimliklerimize yeniden kavuşmanın önünde elbette hiçbir engel  tutunamaz…

İnşaallah devam edeceğiz.

Benzer konuda makaleler:

6 Yorum

  1. Sa sevgili hocam yazilariniz ve de cümleler iniz – mana bütünlüğünü tahrip edecek olcude uzun. Ozne yuklem düzenine dikkat edilmemis mesela ozne sonda olmus Konustugunuz gibi yazmissiniz. Konu orjinal ve faydali

  2. Bir kaç kuşağı içine alabilecek genişlikteki bir devrin sosyokültürel tahlilini yapmış yazarımız. Türkiye’de yüzlerce sınıf ve çevrenin uğradığı bir felakete yakılmış bir ağıt da diyebiliriz. Yazarın kendi çevre ve cemaatini, esas alarak yaptığı tahlili fevkalade başarılı buluyorum.

  3. tarihe düşülen muhteşem bir not. Bir nirengi noktası. Kar çubukları misali. Muhteşem olan bu tahlil ve yaklaşım için sizi ve şahsınızda arkadaşlarınızı ruhu canımla kutlarım. Selam ve dualarla

  4. Eminim bu tahlil ve tespitleriniz satır araları da gizli olan gerçeklerle daha açılabilir bir durumda,bu yazının mutlaka bir semineri olmalı. Buna binaen toplumda bulaşıcı hastalık gibi hızla yayılan ahlaksızlığın nerelere kadar gelebileceğini de maalesef görmüş oluyoruz, biz daha ne olduğunu anlayamamisken aslında üstad yazmış olduğu üzere sizin bu tespitleriniz siz abilerimizinde bildiğini anlıyoruz. Ve her gün belki her saat
    Risale-i nurladaki kuran hakikatler ile yenilenmemiz gereğinin ne kadar önemli olduğunu….

  5. Yaşanılmış tarihi turfanda iken iyi niyetlerle yazmak, hem eski kuşaklara ve hem de gençlere büyük fayda saglar. Hataların görülmesi saglanır, tevbe kapısı açılır ve hakiki barış sağlanır.Bu cihetiyle de yazarımıza dua ediyoruz.

  6. Bu yazı serisini tarihin gerçekçi perspektifleri içinde delillendirerek yazarsanız, mutlaka gelecekteki nesiller istifade edeceklerdir.Ekrem Bey’in ikazına katılıyorum… Üslubun biraz daha bilimsel olması , çalışmaya kalıcılık kazandırır. Başarılar dileğimle.

H.Tahsin için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*