Nurlar kalpleri kendine taraftar eyler

altOn Beşinci Rica

Bir zaman Emirdağı’nda ikamete memur ve tek başıma, menzilde âdeta bir haps-i münferid ve bana çok ağır gelen tarassudlar ve tahakkümlerle bana işkence vermelerinden, hayattan usandım, hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh u canımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim. Ve “Hapis ve kabir bu tarz-ı hayata müreccahtır” diye, ya hapse veya kabre girmeye karar verirken, inayet-i İlâhiye imdada yetişti, kalemleri teksir makinesi olan Medresetüzzehra şakirdlerinin ellerine yeni çıkan teksir makinesini verdi. Birden, Nurun kıymettar mecmualarından her tanesi, bir kalemle beş yüz nüsha meydana geldi. Fütuhata başlamaları, o sıkıntılı hayatı bana sevdirdi, “Hadsiz şükür olsun” dedirtti.

Bir miktar sonra, Risale-i Nur’un gizli düşmanları, fütuhat-ı Nuriyeyi çekemediler, hükümeti aleyhimize sevk ettiler. Yine hayat bana ağır gelmeye başladı. Birden inayet-i Rabbaniye tecellî etti. En ziyade Nurlara muhtaç olan alâkadar memurlar, vazifeleri itibarıyla, müsadere edilen Nur Risalelerini kemal-i merak ve dikkatle mütalâa ettiler. Fakat Nurlar onların kalblerini kendine taraftar eyledi. Tenkit yerine takdire başlamalarıyla Nur Dershanesi çok genişlendi, maddî zararımızdan yüz derece ziyade menfaat verdi, sıkıntılı telâşımızı hiçe indirdi.

Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat-2017, s. 390

Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları

Hapishane, bir nevi medrese-i Yusufiyedir

On Birinci Şuâ

Denizli Hapsinin Bir Meyvesi

Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir. Ve bu hapsimizde hakikî müdafaanamemiz dahi budur. Çünkü yalnız buna çalışıyoruz.

Bu risale, Denizli Hapishanesi’nin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki Cuma gününün mahsulüdür.

Said Nursî

***

Meyve Risalesi

Bismillahirrahmanirrahim.

“Yusuf daha yıllarca zindanda kaldı. (Yusuf Sûresi: 42.)” âyetinin ihbarı ve sırrıyla, Yusuf Aleyhisselâm, mahpusların pîridir ve hapishane, bir nevi medrese-i Yusufiye olur. Madem Risale-i Nur Şakirdleri iki defadır çoklukla bu medreseye giriyorlar; elbette Risale-i Nur’un hapse temas ve ispat ettiği bir kısım meselelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor.

İşte o hülâsalardan, beş altı tanesini beyan ediyoruz:

…………

İkinci Meselenin Hülâsası

Risale-i Nur’dan Gençlik Rehberi’nin güzelce izah ettiği gibi, ölüm o kadar kat’î ve zâhirdir ki, bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.

Bu hapishane, nasıl ki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de, bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatin muammasını Risale-i Nur hal ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur:

Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir. Evet, çaresi var ve Risale-i Nur Kur’ân’ın sırrıyla o çareyi iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmiş.

Kısacık hülâsası şudur ki: Ölüm ya idam-ı ebedîdir, hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır veyahut başka bir bâkî âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur veyahut bu zindan-ı dünyadan bâkî ve nuranî bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati Gençlik Rehberi bir temsil ile ispat etmiş.

Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat-2017, s. 219

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*