Nurlara intisabın getirdiği sorumluluklar

Risâle-i Nur’a muhatap olan insanları, “istifade edenler” ve “intisap edenler” diye iki kısma ayırmak mümkün.

İstifade edenler grubuyla ilgili olarak şunu söyleyebiliriz: İnananlar inanmayanlar; dost-düşman ayrımı yapmadan; kadın erkek, cahil alim, genç yaşlı, akademisyen işçi, köylü şehirli her kesimden her insan Nurları okur, dinler, faydalanır, istifade eder. Seviyesine, kapasitesine göre, meşguliyet derecesine göre her insan ilmini, inancını, feyzini, faziletini geliştirir.

Ama Risâle-i Nur’a intisap edenler, ona bağlananlar, ona talebe olanların konumu ve özellikleri daha farklı. Müntesiplerin daha başka sorumlulukları ve yükümlülükleri de var. Yani hàdim olmanın, talebe olmanın beraberinde getirdiği bazı zorunluluklar, bazı mükellefiyetler de var. Çünkü olan sırf istifade etmenin ötesinde başta ehl-i din olmak üzere bütün insanlara nokta-i istinat olup, yol göstermek gibi sorumlulukları da var.

Bediüzzaman’a, dolayısıyla Risâle-i Nur’a intisap etmek gibi paha biçilmez bir payeye sahip olmak her insana nasip olmayan yüce bir manevî makamdır. Hemen hiçbir insan kendi aklıyla, çabasıyla, emeğiyle, kabiliyetiyle bu mevkiyi elde edemez. Üstadın ifadesiyle ancak bir ihsan-ı İlâhî, bir ikram-ı Rabbânî olarak bu cihandeğer hazine bahşedilir.

Kısaca müntesiplerden/talebelerden şu vazife ve sorumluluklar beklenir:

1- Önünde altı bin sayfalık geniş kapsamlı bir ilim hazinesinin bulunduğunu bilerek; bol bol okumalı, bıkmadan, usanmadan okumalı. “Her kitabın kendi makamında riyaseti var” hakikatından hareketle Külliyat’ın her tarafını okumalı. Bediüzzaman’ın, “Müdafaalar dahi, birer ilmî mevzudur” tesbitini göz önünde bulundurarak okumalı. Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebini ancak bu şekilde öğrenebiliriz. Yoksa Üstadın yolunu, çizgisini bulmada yanlış yollara saparız.

2- Müntesipler/talebeler Nurlardan öğrendikleriyle amel etmeli. Lisan-ı hâlin daha geçerli, daha etkili olduğunun bilinciyle hareket etmeli. Hâl ve davranışlarıyla Nurlardaki hak ve hakikatleri yansıtmalı.

3- Sahibi oldukları ulvî dâvâya, üstlendikleri kudsî hizmetlere zarar verecek, onu millet nezdinde rencide edecek her türlü söz, hâl ve davranışlardan uzak durmalı. Yaşantısıyla mensubu olduğu cemaatin şahs-ı manevîsine gölge olmamalı.

4- Hizmetlerimizin can damarı mesabesinde olan ihlâs düsturlarının o dört esasını yaşantısına geçirmeli ve onların korunmasında azamî dikkat ve temkini göstermeli.

5- Kudsî dâvâmızın esaslarından olan kardeşler arasındaki samimî uhuvvetin devamı için gerekli hassasiyeti göstermeli; kardeşliği şu veya bu şekilde rencide edecek her türlü söz, hâl ve davranışlardan şiddetle kaçınmalı.

6- Üstadın; “Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar” ifadesinden hareketle camiadaki tesanüdü, birlik ve beraberliği sarsacak olan en küçük söz, hâl ve davranıştan bile kaçınmalı.

7- Her türlü sıkıntı ve problemlerin çaresi ve devası olan meşveret-i şer’iyeden çıkan kararlara, beğenmese dahi, uymayı âdet haline getirmeli. Aksi bir tavır içinde bulunmanın sonucunda manevî mes’uliyetlerin olacağını aklından çıkarmamalı.

8- İhlâsı zedeleyecek her türlü benlik, enaniyet, hodfüruşluk, şöhretperestlikten uzak durmalı. Herkese karşı azamî nezaket, tevazu ve mahviyet içinde bulunmayı alışkanlık hâline getirmeli.

9- Okyanusun azgın dalgalarıyla boğuşarak yol almaya çalışan gemide yolcu değil; hademe olduğunun bilinciyle dinlenmeye, istirahat etmeye hakkının bulunmadığını bilerek her türlü zahmeti, meşakkati peşinen kabul etmeli.

Evet Risâle-i Nur’a, Bediüzzaman’a talebe olmanın vazife ve sorumlulukları bunlarla sınırlı değil. Karşılığında ebedî saadet ve huzur-u daimî olan bir vazifede, bir meşgalede bu çeşit sorumluluklar az bile gelir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*