Nurlarla nasıl tanıştım?

Nur Risâleleri bütün bir beşere imam… Elinden tutup sahil-i selâmete çıkaran bir mürşid… Dünya ve ahirette huzura kavuşturan bir âlim, bir kutb-u a’zâm…

Elli senenin üstünde nurlarla hep haşir neşir olduk. Bizi nurlara bağlayan ve bize nurları okutup dağıtımını yaptıran Allah’a şükürler olsun. Bizim kendiliğimizden bu hakikatlere kavuşmamız imkânsızdı.

Cenâb-ı hak bizi adım adım nurlara ve bu kudsî hizmete ulaştırdı. O gün bugündür, bütün engellere rağmen, taviz vermeden bu hizmetlerin içinde olduk.

Yanılmıyorsam, 1958-1960 yıllarıydı. Kitapçılarda risâlelerden ‘Sözler’i arıyorum, bulamıyorum. Üzgün olarak eve dönmeye karar verdim. Otobüs durağına geldiğimde fabrikada beraber çalıştığımız bir arkadaşa rastladım. “Gel, seni bir eve götüreyim. Trabzon’dan hafız-ı Kur’ân’lar gelmiş, bülbül gibi Kur’ân okuyorlar.” dedi.

Gittik, bir de ne göreyim? Kitapçılarda aradığım ‘Sözler’ rahlenin üzerinde duruyor. Çok mutlu ve bahtiyar oldum. Gittiğim ev, Nur’un medresesi imiş. O tarihten sonra hem oraya devam ettim, hem de Nur Külliyâtını alıp eve koyarak korkmadan, yılmadan okumaya devam ettim. Karakollar, mahkemeler, askerî idareler bizi bu vazifemizden döndüremediler.

O tarihlerde civar vilâyetlere giden Nur’un kahraman ağabeyleriyle tanışır, onların sohbetlerine katılır, feyiz alırdık.

1960’tan sonraki yıllar… Erzincanlı Mehmet Küçükağa Malatya’ya sık sık gelirdi. Misafirimiz olurdu. Küçük bir dershanemiz vardı.

Mehmet Küçükağa bana: “Celâl, bu dershanemiz küçük. Burayı satıp yeni ve daha güzel bir dershane alalım” diyordu. Ben de “Ağabey, paramız yok nasıl alalım?” diyordum. Allah rahmet etsin. Bana biraz hiddet ederek “Ben mi sizin memleketinize hizmet edeceğim? Düş bakayım önüme, şu esnafları gezelim” demişti. O gün beraberce esnafları gezdik. Biraz para toplanmıştı. Ertesi gün Malatya’da bir dershane almıştık.

Çevre yolunun altında, bahçe içinde, ahşap iki katlı bir ev bulmuştuk. Fakat evi almaya paramız kâfî gelmedi. Eksiğimizi sevgili, rahmetli ağabeyim Mehmet Küçükağa tamamladı. Bizi borçlandırdı. Bize bono imzalattı. “Her ay göndereceksin” dedi. Ben de “Olur ağabey” dedim.

O tarihlerde Nur’ları İstanbul’dan Abdülvahid Mutkan bana gönderiyor, biz de o Nur’ları başka evlerde saklıyor, ders günleri dağıtımını yapıyorduk.

Böylece hem yeni dershane, hem de Nur’ların getirilip dağıtımına başlamış olduk. Bu hâl senelerce devam etti. Ta 1975’te emekli olup Yeni Asya bürosunu açıncaya kadar…

O tarihlerde hem gençlik heyecanı, hem de Nur’ların verdiği o korkusuz heyecan vardı. Şunu ifade edeyim ki; Cenâb-ı Hak bizi istihdam ediyor. Adım adım Nur’ları okumaya, okutmaya itiliyordum.

O tarihlerde enteresan bir rüya görmüştüm. Bu rüyayı acizliğime, fakirliğime ve Nur risâlelerini bulup okuyacağıma yordum. O rüyamda, Üstad Hazretleri Malatya garında açık alanda Lem’alar’dan ders okuyordu. Ben de dizi dibinde oturuyordum. Aklımdan geçti ki: “Şu asrın imamı ders okuyor, kimse yok.” O sırada tren geldi. Oralar insan seline büründü. Üstad Hazretleri o heyecanlı dersi bitirip duâ etti. Duâyı da benim avucuma koyup “Bu insanlara dağıt” dedi. Ben de avucumdaki duâyı o insanlara doğru attım. Öylece uyandım. Bu rüyamı tâbir eden ağabeyler, Nur’ları İstanbul’dan getirip, dağıtımını yaptığıma yorumluyorlardı.

Cenâb-ı Hak, cümlemizi, son nefesimize kadar bu hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’de ihlâs ve sadakatle istihdam etsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*