“Nurslu çocuklara iyi bakın!”

-Bediüzzaman’dan bir uyarı mesajı-
Ahirette seni kurtaracak bir eserin
olmadığı takdirde, fani dünyada
bıraktığın eserlere de kıymet verme.

“Hocam, bu çocuklara niçin bu kadar ilgi gösteriyorsunuz? Bunların diğer talebelerden farkı ne?”
Nurs Köyü yakınında, çok meşhur bir eğitim müessesesi olan Tağ Medresesi’nin başmuallimi Abdurrahman Efendi, bu soruyu cevaplarken dalıp gitmişti.
Bir müddet sonra, soruyu soran yardımcısına dönerek:
“Bak evlâdım,” dedi. “Bu Nurs Köyünden gelen talebeler kalbime ayrı bir ümit veriyor. Onlara karşı içimde tarifsiz bir sevgi var. Öyle tahmin ediyorum ki, bu talebelerden birisi ileride İslâm dininin güzelliklerini bütün insanlığa anlatacak, sesini bütün dünyaya duyuracak. Ama bu büyük hizmeti, Nurslu Talebelerden hangisinin yapacağını şimdi bilemiyorum.”
Medresenin başmuallimi Abdurrahman Efendi, gece kalkarak talebelerin üstünü örtmeye ve onları şefkatle koruyup yetiştirmeye devam etmişti.
Gönül gözü nurlu, kalp gözü keskin bu âlim insanın tahmini doğru çıkmıştı. Çok sürmeden dünya, Bediüzzaman Said Nursî ile tanışmıştı.

* * *

Küçük Said, kendisine olan bu ilgiyi hem hak ediyor, hem de hocalarını bu kanaatlerinden dolayı haklı çıkarıyordu. Artık küçük medreselerdeki eğitime doymuyor, daha büyük medreselerin, daha büyük ilimleriyle kucaklaşmak istiyordu.
Bunun için, her tarafta ismi duyulan Bitlis’in ünlü şeyhi Emin Efendi’den ders almak istedi. Ama ne yazık ki, yaşı çok küçük olduğundan dolayı Şeyh Emin Efendi, Küçük Said’i kabul etmeyerek, yardımcısına havâle etti.
Fakat bu, Küçük Said’in onuruna dokundu. Belli ki Şeyh Emin Efendi, Küçük Said’in yaşına bakarak karar vermişti. Onun ileri düzeydeki kabiliyetinden haberi yoktu. Öyleyse bir yolunu bulup yeterli ve kabiliyetli bir talebe olduğunu Şeyh Emin Efendi’ye ispatlamalıydı.
Öyle yaptı.
Şeyh Emin Efendi, camide öğrencilerine ders verirken, Küçük Said de camiye girip arka tarafta dersi dinlemeye başladı. Kendisini öylesine derse vermişti ki, en ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmıyordu.
Çok geçmeden de hocanın eksik bıraktığı bir noktayı yakaladı. Bu fırsatı kaçırmayan Küçük Said, kendinden emin ve pervasız bir şekilde:
“Hocam, orası öyle değil” diye ortaya atıldı.
Başta Şeyh Emin Efendi olmak üzere camide bulunan herkes şaşırıp kalmıştı.
Şeyh Emin Efendi’nin bir açığını bulmak, bırakın bir çocuğu, tanınmış âlimlerin bile haddi değildi.
Şeyh Emin Efendi, Küçük Said’in bu cesur çıkışından çok etkilenmişti:
“Söyle evlâdım” dedi. “Nasıl olacaktı orası?”
Küçük Said konuyu izah ettikten sonra, bir de açıklama yaptı:
“Efendim,” dedi. “Benim maksadım sizi küçük düşürmek değildi. Ben, sizin dersinize lâyık bir talebe olduğumu göstermek istedim.”
Gönlü sevgiyle dolu Şeyh Emin Efendi Küçük Said’i şefkatle kucakladı.
“Bundan sonra benim özel talebem olacaksın” diyerek Küçük Said’e yaşından çok ileri düzeyde dersler vermeye başladı.
Osmanlı’ya birçok paşa ve vali yetiştiren Şeyh Emin Efendi, “Şeyhülislâm”lık gibi en yüksek bir makamı kabul etmeyerek, talebe yetiştirmeyi tercih etmişti. Bu ünlü âlim, artık Küçük Said’i geleceğe hazırlamak için çırpınacaktı.
Bu tanınmış âlimden ilim ve feyiz almaya devam eden Küçük Said, herkesi şaşırtan kabiliyetiyle de bütün dikkatleri üzerine toplamaya başlamıştı.
O yıllarda medrese öğrencileri, halkın maddî katkılarıyla eğitimini sürdürürken, Küçük Said asla karşılıksız bir şey kabul etmiyor ve yardım almıyordu. O, minnetsiz ve tok gönüllü bir talebeydi.
Bir gün köylüler, bu cesur ve kabiliyetli çocuğa bir miktar para vermek istemişlerdi. Ama Küçük Said bu yardımı kabul etmedi. Köylüler de onu büyük ağabeyi olan Abdullah’a vermişlerdi.
Bunun üzerine Küçük Said, ağabeyinin yanına gidip:
“O parayla bana bir tüfek al” dedi.
Ağabeyi Abdullah ise:
“Hayır,” dedi. “Alamam…”
“Öyleyse bir tabanca al.”
“Tabanca da alamam.”
“Ya bir hançer?”
“Onu da…”
Ağabeyi, kardeşinin bu ısrarını görünce:
“Ama,” dedi. “Sana üzüm alırım, işi tatlıya bağlarız.”
İki kardeş bu tatlı espriye gülüştüler.

OKUMADAN GEÇMEYİN

İbretli bir rüya

KÜÇÜK Said on dört yaşına gelmişti. Onun ideâlleri de kendisi gibi hızla büyüyordu. Aklı ve mantığı şaşılacak derecede zirveye çıkıyor, kalbi ve gönlü de ummanlar gibi coşmaya devam ediyordu.
İşte o ibretli rüyayı da o günlerde görmüştü.
Rüyasında kıyamet kopmuş, herkes mahşer meydanına toplanmıştı. Küçük Said’in tek isteği, Peygamber Efendimizi (asm) ziyaret etmekti.
Bunun için de, “Sırat” köprüsünün başına gidip Efendimizi (asm) beklemeyi düşündü. Nasıl olsa bütün insanlar oradan geçecekti.
Sırasıyla bütün peygamberler geçmeye başladı. Küçük Said de, hepsinin elini öperek duâ istiyordu.
En sonunda Peygamber Efendimiz (asm) göründü. Küçük Said derhal:
“Ya Resulallah, sizden ilim istiyorum” diyerek eline kapandı.
Peygamberimiz (asm) de bu içten ve samimî isteğine karşı şöyle buyurdu:
“Ümmetime soru sormaman şartı ile sana Kur’ân ilmi verilecektir.”
Küçük Said müthiş bir heyecanla uyandı. Ruhunu öyle bir coşku kaplamıştı ki, adeta bütün dünyasını ilim öğrenme heyecanı sarmıştı. Artık kendisini, “O Büyük İman Dâvâsı”nın adamı olarak görmeye başlamıştı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*