Nur´un manevi avukatı…

“Sayın hakimler! Bir din âlimi ile görüşmek, o­nun din hakikatlerine ait kitaplarını okumak ve yazmak ve din arkadaşlarının imdadına koşmak üzere dinine ve Kur’ân’ına ve Peygamberine (a.s.m.) hizmet etmek bir mü’minin vazifesi ve hakkı değil midir? Bizi bu hizmet-i diniyeden men eden bir kanun maddesi var mıdır?”

Bu ifadeler, merhum Ahmed Feyzi Kul’un 1948 Afyon müdafaasından…

Üstadı Bediüzzaman gibi o­ndokuzuncu asrın ahirinde 1898 (1314) dünyaya gelen Ahmed Feyzi Kul, kendi hayat hikâyesini şöyle özetler:

“İstanbul’da Darü’l-Muallimîn talebesi iken, 1915’te ihtiyat subayı olmak üzere talimgâha sevk edildim ve bir devre talimgâhta öğretmen olarak kaldım. Bilâhare de Ordu 4, Fırka 54, Alay 164, Tabur 2, Bölük 4 de 3 ncü Takım Kumandanı olarak Sina Cephesine gönderildim. Devam eden harplerde 12 Mart 334 (12.3.1918) tarihinde de yaralanarak, Diri Bellut muharebelerinde esir kaldım. Mısır’ın Kahire şehrinde bütün yaralı Türk subaylarının tedavi edildiği Abbasiye Hastanesinde (üç defa ameliyat edilerek) tedavi edildim ve aynı şehirde Helyopolis nâm esâret kampına götürüldüm. 25.9.1919 da memlekete iâde edildim…”

1930’da Bediüzzaman’la tanışarak kahraman bir Nur talebesi olarak 1943’de Denizli, 1948’de Afyon hapsine giren Ahmed Feyzi Kul, bir ömürlük Nur hizmetiyle 16 Ekim 1972’de Hakka yürüdü…

KAHRAMANLIKLA İLİM KOLKOLA…

Kur’âna hizmet uğrunda aylarca zindanlarda yatan Ahmed Fevzi Kul, fevkalâde beliğ ve hatip bir Nur talebesidir. Zaman zaman çeşitli gazete ve dergilerde, derin ilmî ve İslâmî bilgisiyle yazılar yazar, Müslümanları müdafaa eder, Kur’ânî gerçekleri izâh eder.

Kendinden evvelki diğer Nur talebesi kahraman subaylar gibi, bütün tehlikelere rağmen en zor zamanlarda, ağır ceza mahkemelerinde Bediüzzaman’ı müdafaa eden Ahmed Feyzi Kul’un bu sergüzeşt-i hayatı bile tek başına bir destandır. Bediüzzaman ve talebelerinin Birinci Cihan Harbi ve ardından İstiklâl Savaşında Millî Mücadeleye ve Kuva-yı Millîye verdiği desteğin açık bir nişânesidir.

Bediüzzaman araştırmacısı Necmeddin Şahiner’in ifâdesiyle Ahmed Feyzi Kul, kabına sığmayan, gemlenemeyen, yılmayan, eğilmeyen, hiç bir tazyik karşısında hakkı ilân etmekten geri kalmayan ve mağlûbiyeti asla kabul etmeyen müthiş bir irâde sahibidir. Hapishanelerde hazırlayıp mahkemelerde okuduğu müdafaaları birer şaheserdir. Kahramanlıkla ilmin el ele, kol kola beraberce yürüdüğü bir edebiyat ve cesaret manzumeleridir.

Zindanlarda, falakalar altında Bediüzzaman’ın yüksek tevazusuyla müsaade etmemesine rağmen söylediği şu sözler, Risâle-i Nur’un feyizli Feyzisi’nin feyzinin ilânâtı olur: “Ey Üstad! Bütün dünya senin büyüklüğünü, hakkaniyetini ve İlâhî memuriyetini inkâr etse de, sen de o­nların bu inkârlarını tasdik etsen, illâ bu Ahmed Feyzi senin muhteşem mâhiyetini, müceddidiyetini, İlâhî memuriyetini bütün cihâna ilân edecektir.”

Zira Ahmed Feyzi Risâle-i Nur müdafaalarında şöyle haykırır:

“Biz Bediüzzaman’ı zamanımızın en yüksek din âlimi biliyoruz. Din hakikatlerini asla dalkavukluk yapmadan beyan ve ifade eden bir hakikat adamı biliyoruz. Din ve vicdan hürriyetinin hükümran olduğu bir memlekette vicdanî kanaatlerimizden mesul olamayız. Bundan dolayı da kimseye hesap vermeye mecbur değiliz. Madem ki devlet laiktir, bizim dinimize ne karışıyor?

“MÂİDETÜ’L-KUR’ÂN HAZİNETÜ’L-BÜRHAN”

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur Ağabey, “kuvvetli nâtıkası, irtibatı ve alâkası vardı. Hz. Üstad o­na, ‘Risale-i Nur’un mânevî avukatı’ demiştir. Afyon’da okuduğu şa’şaalı müdafaası ile heyet-i hâkimenin dikkatini celbetmiş ve hazırladığı Mâidetü’l-Kur’ân Hazinetü’l-Bürhan adlı eseri ile, bu asırda zuhur eden Risâle-i Nur’a işâret eden, âyet ve hadislerden istihraçlar çıkarmıştı” dediği Ahmed Feyzi Kul hakkında şu hâtırayı anlatır:

“Son ziyaretlerinde, Üstadımız, ‘Ben otuz seneden beri o havaliye (Ege bölgesine) baktığımda büyük bir ruhun bana mukabele ettiğini görüyordum. Eğer, kardeşim! Sen orada olmasa idin, benim gitmem lazımdı’ diye beyânda bulunmuştu. Buradaki mukabil gelme hadisesi, bana mukabil geliyor, mânâsında olsa gerek…”

Gerçekten de Ahmed Feyzi’nin celâdetli ifâdesiyle, “Zât-ı Uluhiyetin alenen inkâr edildiği ve erkân-ı dinin müftehirâne (övünülerek) tezyif edildiği ve o­nun yerine fâniler teellühe edilerek (ilahlaştırılarak) kendilerine (haşa) yaratıcılık isnat edildiği bir devirde” o bütün itîraz ve saldırılara karşı Risâle-i Nur’un mânevî müdafaasını yapar.

“Mâidetü’l-Kur’ân, Hazinetü’l- Bürhan (Kur’ân Sofrası ve Deliller Hazinesi) isimli eserle, Risâle-i Nur’un nasıl bir Kur’ân tefsiri olduğunu ve hakkaniyetini ilân eder. Ve bu eserinin yazılışında kendisine yardım eden Manisa’nın büyük ilim adamı İsmail Hakkı Efendi’yle beraber her ikisi için Bediüzzaman kendi el yazısıyla şöyle niyâz eder:

“Yâ Erhamerrahimîn, ism-i âzam hürmetine, bu Hazinetü’l Bürhanı yazan Ahmed Feyzi ve İsmail Hakkı’yı Cennetü’l-Firdevs’te saadet-i ebedîyeye mahzar eyle.. âmin.. âmin.. âmin..!”

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. s.a kuzenim hapiste ailesi perişan oldu 8 yıla çarptırıldı ama onlar bu gidişle dayanmycak nurcu cemaatinden dindar tuttuğunu koparan çok iyi bir avukat lazım bize 8 yılı daha aza indirmek için ne yapılması gerekiyor yardım edin lütfen

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*