Öğretmen!..

mustafa-ozturkcuOkulda ve öğrenciler arasında “sol görüşlü öğretmen” olarak öne çıkan bir şahsiyetti… İnsanlara ve öğrencilerine karşı yaklaşımı sıcak, sosyal ilişkileri de iyi olan bu öğretmen Edebiyat branşlı ve çokça kitap okuyan biriydi.
Öğrencileri arasında kabiliyetlileriyle iletişimini sıklaştırır, evinden getirdiği kitapları onlara verir ve okumalarını sağlardı. Pazar günleri tatil olmasına rağmen, şehirde bulunan halk kütüphanesine yönlendirir, kütüphaneye gitmelerini sağladığı gibi, kendisi de ısrarla takibini sağlardı öğrencilerin.

Lisede okuyan bir çok öğrencinin dahil oldukları bu gruba karşı sıcak alâkasını devam ettiren “hoca” Pazar günleri kütüphanede kitap okuyan öğrencilerin başucunda durup, onları takip ederdi. Başlarını okşayarak onları teşvikte maharetini sürdürürdü. Tavsiye ettiği ve okutmaya çalıştığı kitapların muhtevası ise, Kemalizm ve Marksizm’e aitti.

Öğretmenin yakından ilgilendiği, öğrenci grubundan olan Mustafa üniversite imtihanları için gitmiş olduğu İstanbul’da hep bu öğretmeninin telkin ettiği ve tavsiyelerini ölçü alır ve öğretmenini unutmazdı. İstanbul’da kaldığı talebe yurdu, sol görüşlü öğrencilerin ekseriyeti teşkil ediyordu. Yurt ortamı, bir çok olumsuzluklarla çalkalanıyordu. Bir yılı aşkın bir süre, bu talebe yurdunda kalmıştı.

1970’li seneler anarşi ve terör hareketlerinin üniversitelerde baş gösterdiği yıllardı. Sınav sonucu aldığı puana karşılık, Yıldız Üniversitesi’ne kayıt yaptırmak için gittiği zaman anarşi hareketleriyle karşılaşmıştı. Anarşiyi çıkaran gruplar genellikle sol görüşlü olan öğrencilerdi.

Anadolu’nun ücra bir mekânından İstanbul’a okumaya gelmişti. “Ne yapacaktık?”, “Ne yapmalıydık?” sualleri beynini zonklattığı bir ruh hali içindeydi. Anne ve babasını düşünüyordu. “Böylesine bir ortamda nasıl okuyacağım” diye kendi kendine söyleniyordu.

İçinde bulunduğu fikir atmosferinin mutsuzluğu içindeydi. Sağlam ve güvenilir bir ortamdan ziyade, hoşuna gitmeyen tutum ve davranışlar, onu olumsuz yönde etkiliyordu. “Yoldaş” lâfı ve söylemleri içinde manevî değerlerden uzak bir ruh hali ruhunu sıkıyordu ve huzursuzluğu had safhadaydı.

Rahmetli babasının beslendiği manevî kaynaklardan atıfla, küçüklüğünde ona okutturduğu ve ezberlettirdiği vecizeler aklını tırmalıyordu. Onlardan birisi şöyleydi: “Kastamonu’da lise talebelerinden bir grup, Bediüzzaman’a gider ve şöyle bir sual sorarlar. ‘Üstadım! Muallimlerimiz bize Allah’tan bahsetmiyorlar. Bize Hâlıkımızı tanıttır’ demişler. O da, ‘Siz, muallimleri değil, okuduğunuz fenleri dinleyiniz. Her fen kendi diliyle size Allah’ı anlatır’ dediği hakikatleri hatırlamıştı.

Babasının yıllar önce bu ve benzer vecizeler ışığında kalbi ve gönlü aydınlanan evlât bu hakikatleri görmezden gelen arkadaş grubundan ayrılmayı çok istiyordu… Aynı günlerde, babasından aldığı; hadiseler, okul ve ortamla alâkalı mektubu onu derinden düşündürmüştü.

Bir akşam üzeri aldığı mektupta yazılanlar memleket, anne ve baba hasretini fitillemeye yetmişti. İçindeki okuma aşkını, gideceği memlekette de yapabileceğini tasavvur ederek, tercihini bir yıl önce ayrıldığı memleketine gitmek yönünde kullanmıştı..

“Bismillah her hayrın başıdır, biz dahi baştan ona başlarız..” vecizesi de unutmadıkları hakikatler arasında beyninde sakladıklarındandı. Nur-u Kur’ân hakikatlerinin kalp ve gönlünde bıraktığı izler onun kurtuluşuna vesile olacak mıydı?

İstanbul’dan avdet ederek, kavuştuğu anne ve babasının yanında küçüklüğünde yaşadığı mekânların hasretini gidermekle birlikte, öğretmen yetiştiren bir kuruma girmesinin sevinci içindeydi.

Lise yıllarındaki öğretmenini ve zihniyetini ise ‘tartışılır’ buluyordu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*