Okudu, anladı, anlattı

Önceki bir yazımızda 93 yaşında Nurları tanıyan Osman Amca’dan bahsetmiştik. Huzurevinde kendi halinde yaşamakta olan Osman Amca’ya Yeni Asya Gazetesi’nin Aralık 2009’da okuyucularına armağan ettiği ‘Hastalar Risalesi’ni vermiştim. Bediüzzaman’ın ismini ve bazı kerametleri olduğunu duymuş, herhangi bir kitabını görmemiş, okumamıştı.

Kitabı aldıktan sonra içinden “Bediüzzaman Said Nursî Kimdir?” bölümünü okuyup ertesi gün odama gelerek; Bediüzzaman’ın hayatının ilk defa bu kitapta yakından öğrendiğini, böyle harika bir zekâya sahip, fevkalade yaşantısı, mücadelesi ve eserleri bulunan başka bir insan tanımadığını söylemişti. Onun hayat seyrinden, çektiği sıkıntılardan ve kahramanlığından çok etkilendiğini ve ona hayran olduğunu anlatmıştı. Hiç tahsil görmemiş, ancak kitap okumaya meraklı olan yaşlı Osman Amca’nın Hastalar Risalesini okuyunca neler anlayacak, gönül dünyasında ne gibi değişiklikler olacak ve anladığını nasıl ifade etmeye çalışacak diye merak etmiştim.

Huzurevindeki salonda, yemekhanede ya da oda ziyaretleri yaparken ona Hastalar Risalesini kastederek “Nasıl gidiyor, derse çalışıyor musun?” diye takılınca söylemek istediğimi anlayıp gülümseyerek çok iyi gittiğini, kitabın bir teselli kitabı, bir hazine olduğunu söylüyordu. Hayatı boyunca çileler, sıkıntılar, hastalıklar çekmiş, musibetlere uğramış bir insan olarak onun Hastalar Risalesini nasıl anladığını, nasıl yorumlayacağını çok merak ettiğimden müsait bir zamanda oturup sohbet etmenin fırsatı kolladım.

Onun da, benim de zamanımızın uygun olduğu, sakin bir akşam üstü sohbet için odada buluştuk. Hal hatır sorup sohbet etmek ve daha sonra da Hastalar Risalesi konusunda kanaatini ve anladıklarını öğrenmek isteyecektim. Ancak onun bir an önce kitaptan bahsetmek için acele ettiği anlaşılıyordu.

Bediüzzaman’ın hak vergisi harika zekâsına, dehasına ve kahramanlığına olan hayranlığını tekrar dile getirdi. Hastalar Risalesi’nde bahsedilen hastalıklar ve musibetlerin çoğunu görüp yaşadığını anlattı. Ölümcül hastalıklara yakalandığını, beyin ameliyatı geçirdiğini, iki sene gözleri kapandığını, maddî musibetleri, sıkıntıları anlatarak hepsini yaşadığını, gördüğünü kitabı okuyunca hatırladığını bahsetti. Okuduğu kitaptan aldığı derslerle hayattaki gördüklerini birleştirip genel bir hülasa yaptı:

“Hayatta mutlu olabilmek için kendimizden yukarıda olanlara bakarak şikâyet etmemek; kendimizden aşağıda olan nice hastalara bakıp ibret almalıyız. Kitap her türlü hastalıklara karşı insanlara teselli ve moral veriyor. Hastalığın Allah’tan geldiğini, sıhhati, şifayı verecek de O’nun olduğunu, sabredilince karşılığında büyük ecirler ve sevaplar verileceğini, şikâyet etmemek gerektiğini; hastanın duası kabul olur, Allah’a ulaşır, geri çevrilmez. Hastalık, ölümü, Allah’ı hatırlatır, Cennete girmeye vesile olur. Allah insana mal verse, sağlık verse belki de azıp yoldan saparak; O’nun rızasından çıkıp hakkında şer olacak…”

Bildiklerini, aklında kalanları böyle hülasa ettikten sonra Osman Amca, elindeki kitabı göstererek “Esas şifa, çare, iksir burada. Kafadan atmakla olmaz, yerinden kaynağından okuyalım” diyerek kitabı açtı ve okumaya başladı. O yaşına rağmen bütün ciddiyet ve samimiyetiyle elindeki kitabın sayfalarını karıştırırken gözümde ve gönlümde o kadar büyümüştü ki 93 yılın onun simasına bıraktığı çizgiler, gür kaşları, ak sakalı ve ciddî bakışları bir müderris kadar etkili; sözleri ile duruşundaki samimiyetin huzurunda, rahle-i tedrisinde ders alan bir talebesi gibi önünde oturdum, eğildim, küçüldüm, eridim. Onun ilgisine, çabasına, gayretine olan hayranlığım arttı. Dünyadan ve insanlardan hiç bir şey beklemeden bir nur halesini, şifa kaynağını, hazinesini elinde tutarak bana ders veriyordu. Anlamış, idrak etmiş, sevmiş, gönül vermiş ve inanmış bir insan olarak. Bir hakikat ummanın damlasından nasiplenen bir piri fani; ondaki nimetleri, müjdeleri, güzellikleri tatmış, bizlere de ikramda bulunmaya çalışırken gösterdiği gayrete hayran olmamanın imkânı yoktu. Elindeki kitaptan yıllarca okumuş, anlamış ve ders yapmış bir hatip gibi fıtrî şekilde ders yapıyordu. Kısa misaller veriyor, okurken arada bir başını kaldırıp gözümün içine bakıyor, anlayıp anlamadığımı ya da dinleyip dinlemediğimi süzüyordu. Bütün dikkatimle ona yöneldim ve onun ağzından çıkan kelimelerin; gerçeklerle, tecrübelerin mezcedilmiş bir hülasası gibi hasta olan ruhuma, kalbime, bedenime ab-ı hayat iksiri gibi nüfuz etmesini istiyordum. Yorulmadan, usanmadan ders devam ediyordu. O dersten almış olduğumuz keyif ve lezzet en az onun kadar beni de mest etmişti. Farklı ‘deva’lardan okuyordu. Yirmi Üçüncü Deva’ya geldiğinde “Ey kimsesiz, garip, bîçare hasta!” cümlesini okurken yüzü biraz donuklaştı, sesi kısıldı ve titredi. Hafif bir öksürükle durumu geçiştirdi ve kitaptan gözlerini ayırmadan devam etti. Deva’nın sonuna doğru oradaki müjde ve teselli nedeniyle rahatladı. Sesi, nefesi, siması düzeldi. Çehresinde mutluluğun izlerini haber veren tebessüm fark edildi.

Bu sohbet gönül dünyamda, ruhumda, kalbimde yerleşmiş olan hastalıkları, acıları, elemleri bana hatırlattığı gibi çaresini de gösterdi. Çok ibretler, dersler aldım, istifade ettim. Bu hakikatları anlatmak için, Nur’a, Kur’ân’a, imana ve İslâma davet ederken; eşref-i mahlûkat olan insanların kapısını çalmak, el uzatmak, yardımcı olmak, gayret göstermek gerektiğini; insanların beli bükülmüş ihtiyarları da olsa ihmal etmemek gerektiğini anladım. Onların ilerlemiş yaşları, çektikleri sıkıntılar nedeniyle aciz vücutlarının ve teselliye muhtaç ruhlarının Nurlara daha çokmuhtaç olduklarını unutmamak gerektiğini anladım.

“Çok aciz ve çok zayıf ve çok fakir ve çok ihtiyaçlı ve kendi malikini ve hamisini ve müdebbirini ve hafîzini bulmaya pek muhtaç ve müştak olan…” insanların, Kur’ân’ın bu asra has eczalarından çaresiz görünen dertlerine çareler bulmaları temennisi ve duası ile…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*