Okul mu, ev mi?

Bahçe kapısından okula adım atıyorum. Çantam sırtımda…

Giriş merdivenlerine doğru ağır adımlarla ilerlerken etrafımı hızla süzüyorum. Okulun lambaları sönmüş. Koridor hafif loş. Çeşitli yazı ve resimlerin asılı olduğu panoların önünden geçiyorum. Öğretmenler henüz sınıflarına geçmemiş. Sınıf kapı ağızlarında öğrenciler bekleşiyor ve gelecek olan öğretmenlerinin yolunu gözlüyorlar. Koridorda haylazlık peşinde koşuşup, oynayan çocuklar var. Sınıflar birbirlerinin peşinden koşup bağrışan çocuklarla dolu. Çantamı sırtımdan indirip, sırama yerleştiriyorum. Sıra arkadaşlarım sınıf içinde dolanıyorlar. Sırama oturup, etrafıma bakınıyorum. Bu tablo gibi güzellik karşısında gülümsüyorum.

“Okul!” Telâffuzu ne de hoş bir isim! Çeşitli bölümlere ayrılıyor; tıpkı evimizdeki bölümler gibi: Misafir odası, oturma odası, mutfak, salon… İkisini kalp terazimde tartıyorum; okul, evden daha ağır basıyor. Okulda kısıtlama yok, hürriyet alanım daha geniş. Evde elimi neye atsam, dedektif annemin şahin gözlerinin beni denetlediği hissiyle irkiliyorum. “Orayı elleme… Buraya koşma… Oturma… Öyle yapma… Böyle yapma!…” Evin her yeri mayınlı arazi sanki! Her an bir kural mayınını çiğneyip annemin çığlığının patlamasıyla ruhumun parçalanacağından korkuyorum. Evde ne huzurum var ne de rahatım! Oyun oynamak istersem: “Kardeşinle oynasana!” diyor annem. O da oyun oynamayı bilmiyor ki! Beni ikide bir anneme ve babama şikâyet ediyor. Sinirleniyorum, “Ya sabır!” çekiyorum. En iyisi hiç kimseyle konuşmamak.” diyorum sonra. Sıkıntıdan patlıyorum bu kez de. Sabahları iple çekiyorum her gece. Okulun açılacağı saati dört gözle bekliyorum.

Ve şimdi yeniden sınıftayım… Sırtımı sırama yaslıyorum. Ellerimi masamın üstüne koyup hafiften bir şarkı mırıldanıyorum. Sınıfta öğretmen masasının etrafına biriken arkadaşlarımın yanına yaklaşıyorum. Koridorda koşuşturuyor, lavaboya gidiyorum. Ellerimi yüzümü yıkıyorum. Sınıfa döndüğümde yine mutluyum. “Okul!” dedim. “İyi ki varsın! Yoksa evde çatlardım sıkıntıdan.” Çocukların bağrışmaları, sıraların yere sürtünürken çıkardıkları gıcırtılar, ara sıra kulağıma çalınan tek tük ıslık sesleri… Hepsi hoş birer şarkı gibi okşuyor kulağımı. Çocukların yüzü gül gibi tatlı görünüyor, okşuyor ruhumu. Ne kadar çok konuşacak arkadaş var etrafımda! Yüzlerce binlerce oyun oynayacak çocuk… Evde konuşamadıklarımı, anneme-babama söyleyemediklerimi, kardeşimle paylaşamadıklarımı öğretmenimin tahtaya yazı yazdığı o kısacık zaman diliminde bir film anlatır gibi anlatıyorum sıra arkadaşıma. Evimizin anlaşılmaz kurallarını düşündükçe okulumu daha çok sevdiğimi anlıyorum. Ders bitiminde o kısacık teneffüs araları ne kadar da dolu geçiyor öyle! Su içiyorsun, oyun oynuyorsun, konuşup eğleniyorsun arkadaşlarınla. Kantine gidip bir şeyler alıyorsun… Şaka bile yapabiliyorsun! Sıralara bir sürü yazı ve karalamalar yapıyoruz. Öğretmen nutuk çekerek “Kimse sıraya yazı yazmasın!” diyor. Yazılan yazıyı görünce kızarak ve biraz da sesini yükselterek: “Sıralara kim yazıyor böyle?” diyor. Biz de hileli yolu tercih ediyoruz. Öğretmenimizi inandıramasak da öğlenci devredeki çocukların yazmış olduğunu iddia ediyoruz ve kendimizce paçayı sıyırıyoruz.

Hayatımın ne kadar iyi tarafı varsa, okulda kaldığım zaman içinde içime yerleşip karakterim olmuş adeta. Dostlukların, sevinçlerin, üzüntülerin paylaşıldığı bir oyun ve eğlence merkezi gibi benim âlemimde okul. Annem babam beni anlamıyorlar. Giysi gibi, su gibi, ekmek gibi; arkadaşlığın da benim için zorunlu bir ihtiyaç olduğunu anlayamıyorlar ya da anlamak istemiyorlar. Ruhumun gelişimi için, bahçede oyun oynamanın yemek yememden çok daha önemli olduğunu anlayacak durumda değiller. Bisiklete binmemin, toprakla-çamurla oynamamın ders çalışmamdan daha tatlı olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecekler.

Mahallede takım oyunu oynayabilecek çocuk bulamıyorum; bulsam da hileye başvurdukları için uyumlu bir oyun kuramıyoruz. Ancak okulum öyle değil. Okulda öğretmenimizin oynattığı yakar top, birdirbir gibi oyunların tadını sokakta oynadığımız oyunlarda bulamıyorum. Kardeşimle de hiçbir konuyu paylaşamıyoruz. En ufak bir meselede çatışmamız kaçınılmaz. Okulda ise arkadaşlarımızla konuları paylaşıp işbirliği içinde anlatabiliyoruz. O gün heyecanımı arkadaşlarıma anlatıp başarımın tadını hissedebiliyorum.

Parmak kaldırarak konuşmayı öğrendim. Konuştuğumda sınıftaki herkesin beni pür dikkat dinlemesi tarifi mümkün olmayan bir mutluluk kaynağı benim için. Çünkü bana ne kadar değerli olduğumu hissettiriyor. Evde konuştuğum sırada kimsenin beni dinlememesinin beni ne kadar üzdüğünü anlamıyorlar. Sıra arkadaşımı rahatsız etmemeyi, sınıfa girerken kapı çalmayı, büyüğümü sayıp, küçüğümü gözetmeyi okulun büyülü havasında öğrendim ben. Bir şişenin usûl usûl suyla dolması gibi, ruhumun içten içe güzelliklerle dolduğunu hissediyorum. Düşüncelerimi dinleyen, beni sevip sayan, beni alkışlarıyla motive eden bir sınıf ve öğretmeni görünce: “İşte yeşerdiğim gerçek toprak!” diye haykırasım geliyor.

Kısacası okul; geleceğe koştuğum, isteklerimi, hayallerimi gerçekleştirdiğim yer. Sevildiğim, sevdiğim, konuşurken dikkatle dinlendiğim, sebepsiz yere azarlanmadığım ve hep umutlarımı yeşerttiğim yerdir okul… “Okul, sen benim her şeyimsin!” desem, çok mu demiş olurum sizce?

Misbah Eratilla

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*