“Okumak, okumak, okumak”

Image
Zübeyir, 1960 İhtilâli’nden sonra Urfa’dan zorla çıkarılınca gizlice Isparta’ya gitti. Risâlelerin satışından elde edilen ve altın olarak saklanan paraları Hüsrev Efendiye teslim etti.1 Onun etrafındaki bazı insanların soğuk tavırlarına muhatap olunca, orada fazla kalmadı ve sıla-i rahim yapmak maksadıyla Ermenek’e geçti.

Oradayken Sungur, Ankara’ya gelmesi için mektup yazdı. İstanbul’daki Nur Talebeleri de onu ısrarla oraya dâvet ettiler, ama o bir yere gitmedi.

 Üç ay kadar mütemadiyen risâle okuyarak akıl, şuur, ruh, his, hayal, duygu, düşünce dünyasını yeniden tanzim ve tahkim etti.

Bu arada Said Nursî’nin vefatı ile Nurcular arasında meydana gelen infiâl ve cemiyette tezahür eden merak hissi biraz sakinleşince, hizmeti hareketlendirmek için Ankara’ya gitti. Bediüzzaman hayattayken de yaptığı gibi lâhika mektupları yazarak cemaati hizmetin seyrinden haberdar etti.

Maksadı, hem Risâle-i Nurların neşrini devam ettirmek, hem de hizmeti orada merkezîleştirmekti. Fakat gittiği gün başlayan baskınlar, tutuklamalar ve bazı dahilî sıkıntılar yüzünden rahat çalışma imkânı bulamayınca Eskişehir’e gitti.

Ankara’da müsadere edilmek istenen risâleleri güvenli bir yere yerleştirdi ve iki ay kadar orada kaldı. ‘Okumazsam aldanırım’ diyerek orada da zamanının çoğunu risâle okumaya ayırdı. Fırsat buldukça şehirdeki ve çevre illerdeki cemaat mensupları ile irtibat kurup dersler yaparak cemaati canlı tutmaya çalıştı.

Daha önce sık sık mektup yazarak veya bizzat gelerek kendisini İstanbul’a dâvet eden Nur Talebeleri bu maksatla yine gelip başlarında bulunmasının lüzumunu anlatınca 1962 yılında onlarla birlikte İstanbul’a hareket etti.

Uzun zamandır varlığını hissettiren rahatsızlıkları; Üstadının vefatı, içtimaî hadiseler, cemaat içindeki bazı kişilerin takındığı incitici tavırlar, söyledikleri üzücü sözler ve biraz meşakkatli geçen yolculuk yüzünden iyice arttı.

Ona, Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki dershanede bir oda tahsis eden Nur Talebeleri biraz dinlenerek iyileşmesini istedilerse de o daha ilk gün, bazı risâlelerin teksir edildiği yere giderek çalışmaya başladı.

İstanbul’a biraz intibak ettikten sonra ilk olarak dahilî sıkıntıları halleden ve aksayan risâle neşriyatını yoluna koyan Zübeyir; Nur hizmetini İstanbul’da merkezîleştirmek için Anadolu’nun değişik şehirlerinde yaşayan saff-ı evvel vasıflı veya vâris sıfatlı Nur Talebelerini İstanbul’a çağırdı. Bu dâvete Tahirî Mutlu’nun dışında kimse icâbet etmedi. Onlar onu ‘fenafi’l-Üstad’ vasfıyla bildikleri ve Bediüzzaman’ın yanındaki değerine vâkıf oldukları için İstanbul’a gelmemekle birlikte, ekserisi onunla ortak hareket edeceğini bildirdi.

O da Tahirî ve İstanbul’daki Nur Talebeleri ile birlikte Nur hizmetini yürütmeye karar verdi. Cemaati ilgilendiren mühim meseleler olduğu zaman, onlarla istişare edip fikirlerini alarak birliği ve bütünlüğü büyük ölçüde muhafaza etti.

Ege bölgesindeki bazı yerlerde hizmetin seyrini değiştirecek bazı hareketler meydana gelince o taraflara seyahate çıktı. Bazen Tahirî’nin de katıldığı bu seyahat sırasında bazı nâhoş tavırlarla muhatap oldu ise de vazgeçmedi. Gittiği her yerde Üstadının hadiseler karşısındaki tavrını ve Nur hizmetinin hususiyetlerini anlattı. Söylediklerinin, sadece oradaki insanlara münhasır kaldığını, sıkıntınınsa herkes tarafından yaşandığını görünce Nazilli’de altı ay kadar kaldı. Teyp Tahir’in ve diğer Nazillili Nur Talebelerin de yardımı ile Risâle-i Nur’daki hizmete dair hususları bir araya getirerek Hizmet Rehberi’ni tanzim etti.

Hayatının her safhasında, kendisi sadakat imtihanından geçerken başkalarına da sadakat dersi veren Zübeyir, fırsat buldukça hizmet müşahedelerini anlatan notlar tutarak gelecek kuşaklara da hitap etmeye çalıştı.

İstanbul’a döndükten sonra Ahmed Aytimur, Bekir Berk, Mustafa Polat, Mehmed Fırıncı, Mehmed Emin Birinci, Mehmed Kutlular, Rüştü Tafral, Abdulvahid Mutkan, Galip Gigin, Ali Demirel, Eyüp Ekmekçi, Mustafa Ekmekçi, Ahmed Gümüş, Halil Yürür, Kâmil Yürür, Ahmed Tanyel, Ömer Çiçek, Sabahaddin Aksakal, Mehmed Akay, Macit Türkmenoğlu, Hakkı Yavuztürk, Mehmed Baytekin, Hakkı Bozkurt gibi isimlerden müteşekkil hizmet ekibi ve ihtiyaç oldukça Anadolu’dan yardıma gelen Nur Talebeleri ile birlikte hizmetleri yürüttü.

Ekseriyetini kendisinin yetiştirdiği bu kadroya sık sık “Okumak, okumak, okumak. Yine okumak. Okumaktan yorulunca ne okuduğunu okumak. Veya kitâb-ı kebîr-i kâinatı okumak” gibi ifadelerle hizmetin en mühim esasının okumak olduğunu hatırlattı.

Zira istidatları inkişaf ettirmenin yolu okumaktan geçiyordu. Ona göre ancak okuyan insan düşünür, düşünen insan murakabe, muhakeme, muhasebe eder, meselenin neden ileri geldiğini anlar ve lâzım olan tedbirleri sükûnet içinde alma cihetine giderdi.

Esas olan elbette çok okumaktı, ama zamanın şartlarının bunu zorlaştırdığını hissettiği için “Günde on sayfa okuyan kendini muhafaza eder, on beş sayfa okuyan gayrete gelir, yirmi sayfa okuyan hizmet eder” diyerek günlük okuma ile mânevî tekâmül merhaleleri arasında bazı bağların olduğunu ihsas etti.

Basın camiasının merkezi olan İstanbul’da, resmî ideolojinin borazanlığını ve hâkim güçlerin meddahlığını yapan bazı gazeteler, sık sık Said Nursî’ye, Nurculara saldırırken veya baskın, tevkif haberlerini verip beraat haberlerini yayınlamazken; dinî muhtevâlı mevkutelerin bu hâle sessiz kalması, hatta bazılarının menfî tavır alması Zübeyir Gündüzalp’i harekete geçirdi.

Cemaatin içinden yetiştiği hâlde başka gazetelerde çalışan gazetecileri, bu işe sermaye koyacak cemaate mensup zengin kişilerle bir araya getirerek haftalık İttihad gazetesinin çıkarılmasına vesile oldu.

İttihad, yaptığı cesur ve müessir yayınlar sayesinde kısa zamanda Nurcuların yanı sıra diğer bazı İslâmî cemaatler tarafından da takdir gördü. Lâkin haftada bir çıktığından insanların günlük gazete ihtiyaçlarını karşılayamadı.

1969 yılında, aralarında Nurcu olarak bilinen Adalet Partili milletvekillerinin de bulunduğu bazı kişilerin, Erbakan’ın başkanlığında dinî bir parti kurma teşebbüslerine şiddetle karşı çıktı.

Onlar, kendisi ile görüşüp vazgeçtiklerini söylemelerine rağmen partiyi kurunca bu hareketin cemaat bünyesinde fitne uyandıracağını düşünerek Bediüzzaman’ın siyasî tavırlarını, görüşlerini ve mektuplarını bir araya getirip “Beyanat ve Tenvirler” kitabını hazırladı.

Bu esere alınan bazı bahislerin yanı sıra, II. Emirdağ Lâhikası’nı da İttihad gazetesinde tefrika ettirdi ise de, resmî baskılar şiddetlendiği, siyasî tazyikler arttığı için haftada bir çıkan gazete, insanların zihninde doğan istifhamları izale etmeye yetmedi.

O zaman gazetenin her gün cemaat mensubu insanların eline ulaşarak günlük irtibatı, muhabereyi sağlayıp uhuvveti arttırması gerektiğini düşünerek Mehmed Kutlular’ın, Mustafa Polat’ın ve gazeteciliğe istidatlı olan kişilerin, maddeler hâlinde yazdırdığı şartlar muvacehesinde günlük bir gazete çıkarmalarını istedi.

Onlar Yeni Asya’yı yayınlayınca, Risâle-i Nur’un nâşir-i efkârı olarak gördüğü gazeteyi her gün takip eden Zübeyir, cemaatin sahip çıkmasını sağlamak için bazı zamanlar kalabalık yerlerde gazete satarak örnek olmaya çalıştı.

Gazete çıkarmanın, çok masraflı ama kazançsız bir iş olduğunu, sağlam gelir kaynakları bulunmadığı takdirde fazla devam etmeyeceğini bildiğinden, bir yayınevi kurarak kitap neşriyatı da yapmalarını teşvik etti.

Böylece ülkenin siyasî, iktisadî, içtimâî buhranlarla çalkandığı bir zamanda, Nur hareketi; onun dirayeti, cesareti, metaneti, sadakati sayesinde fıtrî teşkilâtlanmasını tamamladı, temel hizmet müesseselerini kurdu ve istişare esasları içinde istikrarla işlemeye başladı.

Ne var ki, onun şiddetli hastalıklarla sarsılan zayıf bünyesi, bu haricî ve dahilî çalkantılara daha fazla dayanamadı. Artık ilâçlar tesir etmediği için hastahaneye götürülmek istendi ise de orada uzun süre kalması gerektiğini öğrenince kabul etmedi.

Zaten ondan sonra, hastahanede kalacağı söylenen zaman kadar bile yaşamadı. 2 Nisan 1971 Cuma günü Fırıncı’nın, Eyüb’ün ve Dr. Sadullah Nutku’nun mahzun nazarları arasında sekerâta girdi. Nefes almakta bile zorlandığı hâlde, Sadullah’ın verdiği zemzem suyunu kana kana içti ve ahirete irtihâl etti.

Cenaze namazı esnasında yerde ve gökte fevkalâde hâller yaşanmaya başladı. Gökyüzü, şeffaf bir örtüyü andıran beyaz bulutlarla kaplıydı. Hava ılık ve hafif rüzgârlıydı. Arada bir çiseleyen yağmur damlaları, zamanın akışına hâkim olan bahar âhengini tamamlıyordu.

Yerde insanlar ve mevcudât, gökte melekler ve ruhanî varlıklar hareket hâlindeydi. Her yandan Fatih Camii’ne doğru bir akın vardı. Çünkü az sonra arzdan arşa doğru bir yolculuk başlayacaktı.

Kâinatın mahiyetini çok iyi bilen Bediüzzaman’ın ‘Kâinata değişmem’ dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp, hilkatinin gayesini hakkıyla ifa edip vazifesini yerine getirerek beşer tarihini tezyin eden elli bir senelik semereli bir hayat yaşadıktan sonra berzahı da nurla bezemeye gidiyordu.

Arzla arşın birleşip kaynaştığı müstesna zamanlardan biri yaşanıyordu naaşının başında.

Arz sakinleri onu teşyî etmek için geliyorlardı, sema meskûnları ise karşılayıp yoldaş olmak istiyorlardı. Haber kısa zamanda semaya ulaşıp arza yayıldığı için kalabalık an be an artmaktaydı.

Semanın muayyen bir sınırı yoktu. Melâike ve ruhaniyât gibi sair semâ sakinlerinin intikâli de kolaydı. Yerse küçük, dar, mahduttu. Buna rağmen gelenlerin ardı arkası kesilmiyor, her yaştan ve seviyeden insan akını hızlanıyordu.

Ne insanların sayısı belliydi, ne de melâikenin miktarı. Kalbi hüşyâr insanlar yağmur damlalarının sayısından ziyade rahmet cihetine ve hadise karşısında semanın tavrını tayin eden tarafına dikkat ettiklerinden pek çok harika hâllere şahit oluyorlardı.

Semada yaşanan uhrevî hareketliliği temâşâ etme hassasından mahrum olan insanlarsa ancak yerdeki mahzun kaynaşmayı takip ediyor ve onlarla birlikte hazla hüzün arasında tarifi imkân harici hâller yaşıyorlardı.

Dipnot:

1- Mehmet Kutlular. İşte Hayatım. İstanbul YAN 2009 s: 81.

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Okumak, anlamak icin okumak…
    Yeni Asya Nesriyat Zübeyir Gündüzalp Hayati- Mefkuresi adinda bir kitap nesretti. Ibrahim Kaygusuz kaleme almis, 487 sayfalik, 13,5 x 21 cm ebatli bir kitap. Özellikle ise, okula giderken, otobüste, tramvayda, metro ve trende pek rahat ve zevkle okunabilecek bir kitap. Not: Parmak veya kalemi satir boyu gezdirerek (göz hareket eden cismi takip eder) yüzde 30 daha hizli ve daha iyi anlayarak okuyabilirsiniz. Yani iki dakikada bir sayfa okumak hesabiyla 900 dakika (15 saat) sürecek bu kitabi bu metodla 630 dakikaya (toplam10,5 saate) düsürebilirsiniz.

    Not 1: Bilgisayar ekraninda okurken fare/maus ile takip ederken de ayni hizlilik ve anlama kolayligi saglanir.

  2. Iste bu sekilde hayatini hizmete adama ve bunu suurlu icra eden insan sayisi az olunca, bizede okuyup, imrenmek kaliyor.

    Bu yazidan sonra gunde 50 sayfa Risale okumaya karar verdim, insaAllah muaffak olurum, dua edin.

    Ukrayna’dan selamlar.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*